Merhamet ve Metanet, sf 213-241.
Edith Zundel'in Ken Wilber ile yaptığı "Psikoterapi ve Tinsellik" konulu röportaj..
Edith'in zekice ve kolay anlaşılabilir bir şekilde tartışmaya açtığı birçok konuya değindik, saatlerce konuştuk. Röportajın temel konusuna geldiğimizde ise, Edith kayıt cihazının düğmesine bastı.
Edith Zundel: Rolf, ben ve bizim okuyucularımız, özellikle de psikoterapi ve din arasındaki ortak yüzeyle ilgileniyoruz.
Ken Wilber: Dinden kastettiğiniz şey nedir? Fundamentalizm? Mistizm? Egzoterik? Ezoterik?
EZ: Pekala, bu başlangıç için iyi bir nokta. A Sociable God'da siz sanırım, dinin on bir değişik tanımını ya da tin teriminin kullanılışının on bir değişik yolunu sunmuşsunuz.
KW: Evet, benim üzerinde durduğum nokta şuydu ki "din" terimi ile neyi kastettiğimize kesin olarak karar vermeden, bilim ve din ya da psikoterapi ve din yahut felsefe ve din üzerine birşeyler konuşamayız. Ve sanırım şu anda, en azından, egzoterik ve ezoterik din diye tanımlanan şeyler arasındaki farkı belirtmemiz gerekiyor. Egzoterik ya da "dışsal" din, mitsel bir dindir ve bu, korkunç bir mutlakiyet taşıyan ve gerçekten, örneğin Musa'nın Kızıl Denizi ikiye böldüğü, Mesih'in bir bakireden dünyaya geldiği, dünyanın altı gün içinde yaratıldığı, mannanın* cennetten dünya üzerine yağdığı gibi şeylerin doğruluğuna inanılan bir kavrayışın ürünüdür. Egzoterik dinler dünyası bu tip inançlarla doludur. Hindular, bir desteğe ihtiyacı olduğu için dünyanın bir filin üzerinde durduğuna ve yine bunun da bir desteğe ihtiyacı olduğu için bir kaplumbağa ve nihayetinde bunun da bir desteğe ihtiyacı olduğu için bir yılan üzerinde durduğuna inanırlar. Ve "Pekiyi, bu yılan neyin üzerinde duruyor?" diye sorulduğunda ise "şimdi bu konuyu bir kenara bırakalım" diye cevap verirler. Lao Tzu doğduğunda dokuz yüz yaşındaymış, Krishna dört bin bakire inekle sevişmiş, Brahma kozmik yumurtadaki bir çatlaktan dünyaya gelmiş... v.b. Egzoterik din, dünyanın gizlerini doğrudan deneyim ya da kanıta dayanan bir kavrayıştan öte, mitsel terimlerle açıklamaya çalışan, bir dizi inanç sisteminden oluşur.
EZ: Yani egzoterik din, bir inanç meselesidir, kanıtla ilgilenmez.
KW: Evet. Şöyle, eğer bütün mitlere inanırsanız, korunursunuz; aksi taktirde Cehenneme gidersiniz -üçüncü bir ihtimal yoktur. Şu anda, dünya genelinde bu tip bir dinsel kavrayışı, fundamentalizmde bulabilirsiniz. Benim buna bir karşı duruşum söz konusu değil, sadece şu ki, bu tip bir dinsel kavrayışın, yani egzoterik dinin, benim ilgilendiğim mistik ya da ezoterik ya da deneyimsel din ve tinsellikle hiçbir ilgisi yok.
EZ: Peki, ezoterik ne demek?
KW: İçsel ya da gizli anlamına gelir. Ezoterik ya da mistik din, bir giz ya da benzeri birşey olduğu için değil, bir doğrudan deneyim ya da kişisel "uyanıklık" meselesi olduğu için "gizli"dir. Ezoterik din sizden bir yazgıya inanmanızı ya da zorunlu olarak bir dogmayı olduğu gibi kabullenmenizi istemez. Ezoterik din, daha çok, sizin kendi uyanıklık laboratuvarınızda bilimsel olarak yönlendirdiğiniz, bir bireysel deneyim bileşkesinden ibarettir. Bütün iyi bilim dalları gibi, bu da sadece inanç ve beklentiye değil, doğrudan deneyime dayanır ve bu, eşit haklara sahip bir grup insan tarafından, kamusal olarak kontrol edilir ya da değerlendirilir, bu kişiler ayrıca bu deneyimi uygulayan kişilerdir. Bu deney ise meditasyondur.
EZ: Ama meditasyon kişiye özel birşeydir.
KW: Hayır, değildir. Yani, mesela matematikten daha "özel" bir şey değildir. Dış dünyaya ait bir kanıt yoktur, mesela negatif bir sayının karesi pozitiftir önermesi için sezgisel, ampirik bir kanıt yoktur. Bu doğrudur ama bunun doğruluğu ancak içsel mantıkla kanıtlanır. Dış dünyada "negatif" diye birşey yoktur, bu sadece zihninizde olan birşeydir. Ama bu, bunun doğru olmadığı ya da kamusal olarak onaylanamaz, kişiye ait bir bilgi olduğu anlamına gelmez. Bu sadece şudur; bu önermenin doğruluğu, eğitimli bir matematikçiler topluluğu tarafından test edilir, yani bunun doğru olup olmadığına karar verecek içsel mantığı doğru kullanmayı bilen kişiler tarafından. Benzer bir şekilde, meditatif bilgi de içsel bir bilgidir ama eğitimli bir meditatörler topluluğu tarafından kamusal olarak değerlendirilebilen bir bilgidir, yani tefekkürî deneyimin içsel mantığını kavramış kişiler tarafından. Pisagor teoremi üzerinde, matematikçilerden başka hiç kimseye söz söyleme hakkı tanımıyoruz. Bence, bir şekilde, meditatif tinselliğin de kesin iddiaları vardır. Örneğin, eğer yakından bakarsanız görürsünüz ki, özün içsel algısı, dış dünya algısı ile "bir"dir -ama bu doğrular sizin tarafınızdan ya da bu deneyimle ilgilenen herhangi biri tarafından deneyimsel olarak test edilir. Ve bu deneyimin altı bin yıllık bir geçmişe sahip olması gibi birşeyi elimizde tuttuğumuzda, şüphesiz bir şekilde, kesin çıkarımlar, kesin tinsel teoremler üretmeye hakkımız olur. Ve bu tinsel teoremler, perenyal düşünce geleneklerinin çekirdeğini oluşturur.
EZ: Ama, niye buna "gizli" deniliyor!
KW: Çünkü, eğer bu deneyimi birebir yaşamazsanız, neler olup bittiğini bilemezsiniz, bir söz söyleme hakkına sahip olamazsınız -aynen matematik bilimini öğrenmedikçe Pisagor teoreminin doğruluğu hakkında söz söyleyemeyeceğiniz gibi. Yani bazı fikirler üretebilirsiniz ama mistizmin ilgilendiği şey, fikirler değil bilgidir. Ezoterik din ya da mistizm, bu deneyimi yaşamamış olanlara göre "gizli"dir; bütün iddia bundan ibaret.
EZ: Ama, dinler birbirinden çok farklıdır.
KW: Egzoterik dinler, birbirlerinden oldukça farklıdır; ezoterik dinler ise, dünyanın her yerinde temel olarak aynıdır. Mistizm ya da ezoterizm, kelimenin geniş anlamıyla bilimseldir ve ortalıkta Alman kimyasına karşı Amerikan kimyası diye birşey olmadığı gibi, Hindu mistizmine karşı Müslüman mistizmi diye birşey de yoktur. Bunlar, daha çok diğer şeylerin yanı sıra, ruhun doğası, Tin'in doğası ve Ulu Kimliklerin doğası gibi mevzularda fundamental bir uzlaşmaya sahiptirler. Bu, âlimlerin "dünya dinlerinin aşkın birliği" derken kastettikleri şeyin ta kendisidir -tabii ki, burada söz konusu olan ezoterik dinlerdir. Tabii ki, bunların yüzeysel yapıları birbirinden farklıdır ama insan tininin ittifakını ve fenomenolojik olarak açık olan yasalarını yansıtan, derin yapıları temelde aynıdır.
EZ: Bu çok önemli. O zaman ben, Joseph Campbell’in yaptığı gibi, mitik dinlerin herhangi bir geçerli tinsel bilgi taşımadığına inandığınız sonucuna varıyorum.
KW: Egzoterik dinsel mitleri, istediğiniz gibi yorumlamakta serbestsiniz. Mitleri, Campbell'in yaptığı gibi transandantal gerçeklere dair alegori ya da metaforlar olarak yorumlamakta serbestsiniz. Örneğin, bir bakireden doğmuş olma meselesini, Mesih'in kendi gerçek Öz'ünden, kendiliğinden bir şekilde dogması olarak yorumlamakta özgürsünüz. Bu, bence de böyle. Ama sorun şu ki, mitselliğe inananlar buna inanmıyorlar. Onlar, bu onların sadakatine dair bir testmiş gibi, Meryem'in hamile kaldığı sırada, gerçekten, biyolojik olarak bir bakire olduğuna inanıyorlar. Mite inananlar, kendi mitlerini alegorik bir şekilde yorumlamıyorlar, aksine bunları birebir doğrular olarak algılıyorlar. Joseph Campbell, onları kurtarmak adına, mitik inançlarının dokusunu zedeliyor. Bu kabul edilemez türden bir "bilgelik". Mitik inananlara şöyle diyor: "Bununla,gerçekten ne demek istediğini bilmiyorum." Ama sorun şu ki, bu "onların demek istediği" şey değil. Bence, Campbell'in yaklaşımı, en başından itibaren, temel olarak yanlış.
Bu tip mitler günümüzde 6 ila 11 yaş arasında çok yaygın; bunlar, Piaget'nin konsantre operasyonel dediği akıl düzeyinde, doğallıkla ve kolayca üretilebilir. Aslında Campbell'in kendisinin de belirttiği gibi, dünyadaki egzoterik mitlerin dayanakları, günümüz yedi yaş grubu çocukların kendiliğinden üretimlerinden ayrı tutulabilir. Ama bir kez, bundan sonraki bilinçlilik yapısı -formel operasyonel ya da rasyonel olarak tanımlanır- ortaya çıktığında bu mitik üretimler, çocuğun kendisi tarafından terk edilir. Çocuk, eğer bu tip inançların ödüllendirildiği bir toplumda yaşamıyorsa, artık bunlara inanmayı bırakır. Rasyonel kısım daha da öne çıktıkça, refleksif akıl, mitin sadece mit olduğunun ayırdına varır. Bir keresinde yararlı ve gerekliydi, ama artık bu bir kenara bırakılır. İddia ettikleri kanıtsal bilgiyi taşımazlar ve bu yüzden gerçek anlamda ya da bilimsel olarak test edildiklerinde her şey ortaya çıkar. Rasyonel akıl, örneğin "bakire doğum"a bakar ve sadece gülümser. Bu kadın hamile kalır, kocasının yanına gider ve şöyle der: "Bak, hamileyim ama endişelenmene gerek yok, başka bir erkekle yatmadım. Çocuğun babası bu gezegenden değil."
EZ: [Gülerek] Ama mitik dinlerin bazı takipçileri, kendi mitlerini gerçekten alegorik ya da metaforik olarak yorumluyorlar.
KW: Evet, ve bunu yapanlar mistiklerdir. Başka bir deyişle, mistikler mitlere ezoterik ya da gizli anlamlar yükleyen kişilerdir; ve bu anlamlar, dış dünyaya ait bir inanç sisteminde ya da sembolde yahut mitte değil, ruhun birebir içsel ya da tefekkürî deneyimlerinde keşfedilebilir. Başka bir deyişle, aslında onlar mitik inananlar değil ama tefekkürî fenomenolojistlerdir; tefekkürî mistikler, tefekkürî bilim adamlarıdır. Bu, Alfred North Whitehead’in de belirttiği gibi, mistizmin tarihsel olarak, neden Kilise'ye karşı bilimle bir ittifaka girmiş olduğunu açıklayan birşey; çünkü hem bilim hem de mistizm doğrudan "ortak" kanıta dayanır. Newton mükemmel bir bilim adamıydı ama aynı zamanda bir mistikti ve bunda çelişki oluşturabilecek hiçbir şey yoktur. Ama öte yandan, aynı zamanda hem bir bilim adamı hem de mitik bir inanan olamazsınız.
Dahası, mistikler kendi dinlerinin, diğer dinlerle temelde aynı olduğuna inanırlar, yani şu: "O'na, gerçekte Bir olana birçok değişik isim verirler" kavrayışı. Mitik bir inanan, örneğin fundamentalist bir Protestan asla, Budizmin de ayrıca kurtuluş için mükemmel bir yol olduğunu kabul etmez. Mitik inananlar, tek doğru yolun onlarınki olduğuna inanırlar, bu yüzden dışsal sembollerin içindeki gizli içsel birliği fark etmezler, Mistikler bunun farkındadır.
EZ: Evet, anlıyorum. Yani mitlerin arketipler olarak, mistik ya da transandantal bir önem taşıdığını düşünen Carl Jung'a katılmıyorsunuz.
...
Edith'in sorusu, yavaş yavaş zihnime ulaşmaya başlayınca, tartışmamızdaki zorlu bir engelin sınırında olduğumuzu fark ettim; Cari Gustav Jung.
Bu sorunun geleceğini biliyordum. Devasa Carl Jung figürü -Campbell onun takipçilerinden biriydi- din psikolojisi alanında, gayet baskın bir konumdaydı. Bu alandaki ilk çalışmalarıma başladığımda, birçokları gibi, ben de Jung’un temel konseptlerinin ve bu alanda gerçekleştirdiği öncü çalışmaların gerçek bir hayranıydım. Ama yıllar geçtikçe, Jung'un bazı önemli hataları olduğunu fark ettim ve bu hatalar transpersonal psikoloji alanında başlı başına bir engel oluşturuyordu ve en kötüsü de bu yanlışlıkların çok az sorgulanmış ve çokça yaygın olmasıydı. Bu zor ve oldukça hassas konu irdelenmeden, psikoloji ve din hakkında bir konuşma yapmak bile imkânsızdı ve bundan ötürü Edith ve ben, önümüzdeki yarım saat boyunca bununla uğraştık. Gerçekten, mitlerin arketipler olduğunu ve bu yüzden de mistik olduğunu düşünen Jung'a katılıyor muydum?
KW: Jung, modern insanın, dünyadaki mitik dinlerin temel temalarını kendiliğinden üretebildiğini bulgulamıştır; bunu düşlerde, aktif düş kurma eyleminde, özgür birlikte gerçekleştirirler v.b. Buradan hareketle Jung, arketipler dediği temel mitik formların, tüm insanlarda ortak olduğu, tüm insanlara miras olarak geçtiği ve kolektif bilinçdışı dediği şeyde, tüm insanlar tarafından taşındığı sonucuna ulaşmıştır. Daha sonra da şunu iddia etmiştir; "mistizm arketiplere dair bir deneyimdir".
Bana göre, bu bakış açısında birçok can alıcı hata gizlidir. Modern zihnin mitik dinlerdekilere benzer, mitik formlar üretebildiği, kesinlikle doğrudur. Daha önce söylediğim gibi, zihinsel gelişimin preformal evrelerinde, özellikle de preoperasyonel ve konsantre operasyonel düşünüş evresinde, bu evrelerin doğası gereği mitler üretilir. Modern insan da çocukluğunda bu evrelerden geçtiği için, tabii ki bütün insanlar, doğal olarak bu mitik düşünce evresinden de geçmiştir. Bu evre özellikle de, ruhun ilksel seviyelerinin kolaylıkla gün ışığına çıkabildiği, rüya görme esnasında etkindir.
Ama bunda mistik bir yön yoktur. Arketipler, Jung'a göre içerikten yoksun temel mitik formlardır; mistizm ise biçimsiz uyanıklıktır. Ama bu ikisi arasında bir bağlantı yoktur.
İkincisi, Jung'un Platon ve Augustine gibi önemli mistiklerden ödünç aldığı bir terim olan "arketip" terimini kullandığını görüyoruz. Ama Jung'un bu terimi kullanışı ile bahsi geçen mistiklerin bu terimi kullanış biçimi aynı değildir ve aslında bu terim, tüm dünyada, bu mistiklerin kullanıldığı gibi kullanılır. Mistiklere göre -Shankara, Platon, Eckhart, Garab Dorje b.- arketipler, dünya biçimsiz ve gizli Tin'den görüngüye dönüştükçe, ortaya çıkan ilk gizli formlardır. Yunanca'da orijinal kalıpanlamına gelen "arche typon" teriminden gelmektedir. Görüngü fiziksel, biyolojik, zihinsel ya da başka bir şey olsun, bunlar görüngünün ilk formlarını oluşturur, bunlar gizli ve transandantal formlardır. Ve mistizmin çoğu çeşidinde bunlar ışık yayan kalıplar ya da ışık kaynakları yahut hissedilebilir aydınlıklardır; parlak, renkli biçimlerdir ve ışık, ses ve titreşimden oluşan gökkuşaklarıdır -ki bunlardan da, bir görüngü olarak materyal dünya ortaya çıkar.
Ama Jung bu terimi, insan deneyiminde ortak olan temel mitik yapılara işaret ederek kullanır; sihirbaz, gölge, yaşlı bilge, ego, persona, Ulu Anne, yaşam kaynağı, hedef v.b. gibi. Tüm bunlar egzistansiyel oldukları için, transandantal olarak tanımlanamazlar. Bunlar sadece, insanoğlunun gündelik hayatta yaşadığı deneyimin façetalarıdır. Ruhun, bu formları kolektif olarak tevarüs ettiğini kabul ediyorum. Ve bu mitik "arketipler"e, bu tip terimlendirmelerle yaklaşmanın önemi konusunda, Jung'a kesinlikle katılıyorum.
Eğer, örneğin annemle ilgili psikolojik bir sorun yaşıyorsam, yani anne-kompleksi diye adlandırılan şeyden mustaripsem, bu duygusal yüklenimin çoğunun, benim bireysel annemden değil de, bütün "anne"lerin kolektif bilinçdışının özünde yer alan, bir Ulu Anne imgesinden kaynaklandığını fark etmem önemli bir şey. Yani ruh, dilin, algının ve çeşitli içgüdüsel kalıpların temel formlarıyla donatılmış olarak ortaya çıkmış olduğu için, içinde Ulu Anne imgesini de barındırır. Eğer bu Ulu Anne imgesi etkin hale gelirse, ben sadece kendi bireysel annemle değil ama insanoğlunun binlerce yıllık "annelik" deneyimi ile yüz yüze gelirim, yani Ulu Anne imgesi kendi içinde bir güç taşıyor ve benim kendi bireysel annemin yapabileceği her şeyden daha öte bir etkisi var. Dünya mitleri üzerine yapılan bir çalışmada "Ulu Anne" terimlendirmesini kullanmak, bu mitik formla karşılaşmanın ve bu kullanımı bilinç düzeyine taşıyıp, ötekiliğini ortaya koymanın iyi bir yoludur. Bu konuda Jung'a kesinlikle katılıyorum. Ama bu mitik formların mistizmle, gerçek transandantal uyanıklıkla hiçbir ilgisi yoktur.
Bunu daha basit bir şekilde açıklamama izin verin. Bence Jung'un temel hatası "kolektif ile "transpersonal"i (ya da mistik olanı) birbirine karıştırıyor olmasıdır. Benim zihnimin kalıtsal olarak bazı belirgin kolektif formlar taşıyor olması, bu formların mistik ya da transpersonal olduğu anlamına gelmez. Kolektif bir şekilde hepimiz, kalıtsal olarak on parmağa sahibiz ama örneğin, ben bu on parmakla ilgili bir deneyim yaşadığımda mistik bir deneyim yaşamış olmam! Jung'un "arketipleri"nin, tinsel, transandantal, mistik, transpersonal uyanıklıkla hiçbir ilgisi yoktur; bunlar daha çok, insanlık durumunun temel, gündelik, varoluşsal unsurlarından bazılarının özünü oluşturan, kolektif, kalıtsal formlardır -yaşam, ölüm, doğum, anne, baba, gölge, ego ve benzeri gibi. Ama bunda mistik bir yön yoktur. Tamam, bunlar kolektiftir ama transpersonal değildir. Kolektif prepersonal, kolektif personal ve kolektif transpersonal öğeler vardır ve Jung bu üçü arasındaki farklılığı ortaya koymamaktadır üstelik bence bu, Jung'un tinsel sürece dair tüm algısını tamamen çarpıtmaktadır.
Bundan ötürü hem personal, hem de kolektif bilinçdışına ait mitik formlara bu terimlerle yaklaşmanın önemi konusunda Jung'la hemfikirim; ama bu ikisinin de ilk önce formun ardındaki ışığı, daha sonra da ışığın ardındaki form-yokluğunu keşfetmek demek olan, gerçek mistizmle hiçbir bağlantısı yoktur.
EZ: Ama ruhta arketipsel materyalle karşılaşmak çok güçlü ve bazen de altüst edici bir deneyim olabilir.
KW; Evet, çünkü bunlar kolektiftir: Bireysel olandan daha öte bir güce sahiptirler, arkalarında milyonlarca yıllık evrimin gücü gizlidir. Ama kolektif olan, transpersonal değildir. Gerçek arketiplerin yani transpersonal arketiplerin gücü, bunların sonsuz Tin'in ilk formları olmasından kaynaklanır; Jung'un sunduğu arketiplerin gücü ise, bunların değişken tarih sürecindeki en eski formlar olmasından kaynaklanır.
Jung'un kendisinin bile fark ettiği üzere, bunlardan ayrılmak, bunların gücünün etkisinden kurtulmak için, bu arketiplerden uzak durmalıyız. Jung bu sürece "bireyselleşme" diyor. Ve yine bu konuda Jung'a katılıyorum. Kişi, Jung'un sunduğu arketiplerden uzak durmalıdır.
Ama kişi gerçek arketiplere, transpersonal arketiplere doğru yaklaşmalıdır; nihayetinde bu kişinin kimliği, bu "transpersonal form"a bürünür. Jung'un sunduğu arketiplerden "transpersonal" olan sadece "öz"dür ama bunun düalite ötesi karakterini vurgulayışındaki yetersizliği, bu görüşü zayıflatıyor. Yani...
EZ: Pekala, sanırım oldukça açık. Yani şimdi orijinal konumuza dönebileceğimiz kanısındayım. Sanırım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder