"İNSAN OTORİTEYE MUHTAÇ MIDIR?"
Yüzüklerin Efendisi okuyanlar zaten bilir, okumayanlarsa onun muhtemelen bir yüzüğün etrafında geçtiğini az çok tahmin edebilirler. Takanı görünmez yapan bir yüzüktür bu. Görünmez yapar yapmasına ama öte yandan kötülerin sizin yerinizi bulmasına da önayak olur. Fakat öyle bir çekiciliği vardır ki takmadan edilmez. Yüzüğü, yapıcısı Sauron'dan ilk alan insan Isildur'un hayatı kararır. Gollum bu uğurda Hobbitlikten çıkar, Bilbo gençliğini tüketir, savaşçı Boromir Frodo'ya saldırmaya kalkar, Bilbo'nun yeğeni Frodo en yakın arkadaşını bile silip atar. Bu yüzüğe karşı çıkan pek olamamıştır. Ormanların güçlü kraliçesi Galadriel yüzüğü arzulamış ancak nefsine hâkim olarak yüzüğü Frodo'dan almamıştır. Alsa zaten aşırı güçlü olan Galadriel'i durduracak hiçbir kuvvet kalmayacakken o, bu olayı büyük bir sınav olarak değerlendirir.Yüzüklerin Efendisi'ndeki en ilginç karakterlerden birisi de Frodo'nun hem yardımcısı hem de en yakın arkadaşı olan Sam'dir. (İsminin uzun hali Samwise Gamgee'dir. “Wise” İngilizcede bilge demektir. Tolkien bu kelime oyununu muhtemelen kasıtlı yapmıştır.) Sam, bir süre yüzüğü taşımasına rağmen onu sürekli takmaz, çok lüzumlu olduğu zamanlarda taktıktan sonra çıkartmasını bilir, yardımcılıktan büyük bir güç olmaya gidebilecekken bu fırsatı, onu başından savan Frodo'yu canını dişine takarak kurtarmak için kullanır; yüzüğün cazibesi ve gittikçe artan ağırlığı Sam'e işlemez. Önemli bir karakter ve ileride kral olacak Aragorn da bu yüzüğe tamah etmez. Başlarda yüzüğü ona kendi isteğiyle vermeye kalktığında, Frodo'nun elini nazikçe kapatarak yüzüğü reddeder.
Bu ayrıntılar Platon'un Devlet'indeki Gyges'in Yüzüğü'yle ilgili kısmı hatırlatıyor. (Yüzüklerin Efendisi genel olarak Kelt mitolojisinden esinlense de evrensel olan bu konular dünyanın çeşitli yerlerindeki mitolojilerde de geçiyor.) “Gyges, Lydia kralının hizmetinde bir çobanmış, günün birinde bir sağanak ve bir deprem yüzünden yer çatlamış, hayvanların otladığı yerde derin bir yarık açılmış. Bunu görünce, şaşakalan çoban, yarığın içine inmiş ve orada görülmedik birçok güzel şey arasında, içi oyuk, üstü delik deşik, tunçtan bir at görmüş. Eğilip içine bakmış atın, insan boyundan büyük bir ölü görmüş; ölünün parmağındaki altın yüzükten başka bir şeyi yokmuş. Bu yüzüğü alıp yukarı çıkmış. Çobanlar, her ay sonunda olduğu gibi, krala hesap vermek için toplandıklarında, Gyges bu toplantıya parmağında yüzükle gelmiş. Otururlarken yüzüğün taşını farkına varmadan avucunun içinde çevirmiş. Bunu yapar yapmaz da yanında oturanlar kendisini görmez olmuşlar, nereye gitti diye soruşturmaya başlamışlar. Şaşakalmış herkes. Yüzükle oynarken taşı çevirince gene göze görünür olmuş. Böylece işi çakan Gyges, yüzüğün tılsımını denemiş, bakmış ki, yüzüğün taşını içeri çevirince görünmez oluyor, düzeltince görünüyor. Bunun üzerine saraya girenlerin arasına katılmanın yolunu bulmuş. Sarayda kralın karısını baştan çıkarmış, onun yardımıyla kralı öldürüp yerine geçmiş.” (Devlet'in sonlarında ayrıca Hades'in miğferinin de adı geçer. Bu miğfer de ismi zaten “görünmez” anlamına gelen yeraltı tanrısı Hades'i görünmez yapar.)
Engellemeler ortadan kalktığında insanlar neden olduğundan farklı davranır?
Peki, zaten uzun uzun anlatılmış bu hikâyelerden burada bir daha bahsetmenin ne anlamı var? Masallar ve efsaneler büyülü anlatımları bir kenara konulduğunda, özlerinde insan doğasına ilişkin çok çarpıcı tespitlerde bulunurlar aslında. Şimdi bir düşünün. Böyle bir yüzük buldunuz. İster takıp çıkarınca, ister döndürünce sizi görünmez yaptığını öğrendiniz. Görünürde eylemlerinizi kısıtlayacak hiçbir engel kalmadı. Ne yapardınız? Gollum veya Gyges'in mi yoksa Sam veya Aragorn'un yaptığını mı?
Çoğumuzun “fırsattan istifade” edeceği kesin gibi. Kimimiz hiç ihtiyacımız olmasa da çalacak, hatta diğer insanların canına kastedecek, kimimiz sadece ihtiyacı kadarını çaktırmadan alacak ve durmasını bilecek, kimimiz ise elinde böyle bir fırsat olmasına rağmen durumdan faydalanmaya çalışmayacaktır. Peki bu çeşitlilik neden? Cevap insan doğasında yatıyor olabilir mi? Peki ama insanlar doğuştan iyi de sonra öğrenerek mi bu hale geliyorlar ya da doğuştan kötüler fakat iyi olmayı öğreniyorlar ve öyle davranıyorlar? Yoksa insan doğası hem iyiyi hem de kötüyü barındırıyor da bunlardan birisi ileride şartlara göre daha mı ağır basıyor?
Bu sorun insanlık kendini bildi bileli var. Çeşitliliğe bakılırsa Platon'un Devlet'te bahsettiği ve Doğu felsefelerinin de varsaydığı üzere insanda iyi ve kötü bir arada. Sadece iyi veya sadece kötü olmak mümkün değil. Bir kişide bunlardan hangisinin ağır basacağını büyük ölçüde dış dünya; diğer insanlar, aile çevresi, deneyimler, eğitim belirliyor. Tabii ki bir insan kendi iradesiyle iyi veya kötü olmayı seçebilir; ancak bunun kendi özgür seçimi olduğunu nasıl belirleyeceğiz? Bu dış kuvvetlere, daha doğrusu bizim dışımızdaki insanlara, aileye, topluma “otorite” dediğimizi varsayalım. Otorite ve otoritenin yaptırımları (kanun, gelenek, görenek ve belki vicdan), yani engellemeler ortadan kalktığında insanlar neden olduğundan farklı davranır?
Sineklerin Tanrısı'nda ıssız adaya düşen çocuklardan birisi olan Roger, küçüklerden birini taşlamak ister. Fakat önce onun etrafına küçük küçük taşlar atar. Etrafta hâlâ ona kızacak büyükler olacağının etkisinden kurtulamamıştır. Başka bir taş alır, bu sefer daha yakına atar. Onun önüne geçecek, onu cezalandıracak bir otorite figürü olmadığına ikna olduğunda taşı diğer çocuğun tam üstüne fırlatır. (İleride işi daha da büyütür.) Sineklerin Tanrısı, masum varsaydığımız çocukların yetişkinler olmadığında nasıl canavarlaştığını anlatır. Bu, insan doğası hakkında eşsiz ayrıntılardan bahsetse de kurgusal bir yapıt olması ve gerçekle örtüşürlüğü açısından eleştirilebilir.
Otorite insan davranışlarında belirleyici rol oynuyor
Bizzat Stanley Milgram tarafından gerçekleştirilen psikolojik bir deney daha aydınlatıcı bir örnek olabilir: Milgram Deneyi, sosyal psikolojide sık sık adı geçen ve yer yer etik açıdan hatalı olduğu iddia edilen bir sosyal psikoloji deneyidir. Milgram, İkinci Dünya Savaşı'nda Yahudi Soykırımı'nda rol alan herkesin Nazi taraftarlığıyla suçlanıp suçlanamayacağından merakla yola çıkarak insanların bir otoriteye itaat etmedeki istekliliklerini ölçen bir dizi deney yapar. Gazete ilanları ve posta yoluyla rastgele ve çeşitli olarak seçilen insanlara, üniversitede güya cezalandırmanın öğrenme üzerine etkisine dair deneyler yapacağı söylenir. Bir öğretmen, bir de öğrenci olacaktır. Bu rollerin kurayla belirleneceği söylenir ama her denek (onlar farkında olmadan) öğretmen yapılır. Öğretmen, öğrenciye kelime çifti öğretecek ve yanlış yaptığında önündeki kumanda panelinde 15 Volt'tan başlayıp 450 Volt'a kadar 15 birim aralıklı olan elektrik akımlarını öğrenciye yaptığı her yanlışta bir birim yükselterek verecektir. Öğretmenin göremediği öğrenciyse aslında Milgram'ın asistanıdır ve tabii elektriğe bağlı değildir. Aslen teypten gelen ses, voltaj arttıkça inlemeye, yalvarmaya ve bağırmaya dönüşüyordur. Ruh hastası olmadıkları halde 40 denekten 24 tanesi 450 Volt'a kadar çıkmışlardır. Sonuçlar ülkeler arası biraz farklı çıkmış, cinsiyetler arasında kayda değer bir fark bulunamamıştır. Binanın ciddiyetinin, otoritenin yakınlığının azaldığı durumlarda itaat oranı da azalmış. Deneklerin deneye toplu halde katıldıkları bazı deneylerde şok vermeyi reddedenler sayesinde itaat %10'lara kadar düşmüştür. (İtiraz oranının genelde eğitimle arttığı da görülmüştür.) Deneklerin çoğu deneyde çektikleri sıkıntılara ve sonradan öğrendikleri gerçeğe rağmen deney sonrası şüphelenilenin aksine acı çekmemişler ve öğrendiklerinden dolayı Milgram'a teşekkür etmişlerdir.
Milgram'ın deneyi gösteriyor ki otorite insan davranışlarında belirleyici rol oynuyor. İnsanlar kararlarını çoğu zaman otoriteye devrediyorlar ve onun yerine davranış sergiliyorlar. Ama buna karşı çıkan bir kişi bile olsa sonuçta büyük değişiklik meydana getirebiliyor. Hem bireysel hem de toplumsal yönleri olan Görünmezlik Yüzüğü meselesi de insanların otoriteden muaf olduklarında yapabileceklerini gözler önüne seriyor.
Tekrar en başa dönelim. Bir Görünmezlik Yüzüğümüz var. Takınca görünmez oluyoruz ve istediğimiz her şeyi yapabiliyoruz. Hemen suç, yasak sayılan şeyleri mi yapmaya yöneliriz? Mesela hırsızlık, tecavüz, cinayet… Ya da diyelim ki zor durumdayız ve sadece yiyecek çalıyoruz. Yüzüğü çıkardıktan sonra bundan pişman olmalı mıyız? Ya da muhtemel “enayi” damgası yiyecek olmamıza rağmen hiçbir şekilde daha önce davrandığımızın aksine hiçbir davranış sergilemiyoruz. Bunu kendi hür irademizle mi yapıyoruz yoksa otoritenin yokluğunda bile ondan öğrendiklerimiz bizim eylemlerimize şekil veriyor?
Son durumda otoritenin yokluğunun Sineklerin Tanrısı'ndaki gibi yokluğunun kademe kademe fark edilmesiyle davranışlarda farklılaşma meydana geliyorsa önceden gerçekleştirilen eylemlerin hür iradeye değil dışarıdan bir engellenmeye bağlı olduğu anlaşılabilir. Otorite olmadan da “iyi” addedilen davranışlara devam ediliyorsa o zaman bir seçimden söz edilebilir belki. Ama bu kişi zaten özgür seçimler yapıyorsa Milgram'ın deneyine katıldığında itiraz edenler arasında bulunması da muhtemel olacaktır.
Otorite insanları öylece başıboş bırakmaz
İnsanların büyük bir kısmının tercih edeceği ilk yönelimde aslında bizi şaşırtan bir şey yok. Kötü biri ya da kötülüğün ağır bastığı birisi bunu zaten bir yüzük takmaya gereksinim duymaksızın gerçekleştirecektir. Yüzük takınca o zamana kadarki engellemelerinden kurtulan “iyi” varsayılan insanların suça, ahlaksızlığa yönelmesi de bir açıdan normal. O zamana kadar bir toplum içinde yaşadığı için onun kurallarına ve kurumlarına itaat etmek durumundayken yüzüğü takıp “bağımsız” bir birey olarak hareket etmeye başladığında insan, elbet farklı davranacaktır. Bu durumda yaptıklarına iyi veya kötü demek de belki yanlış olur. Kime ve neye göre? (Ayrıca otoritenin yokluğuna alışıldıktan sonra olumsuz addedilen davranışlarda azalma da yaşanabilir, belki de yeni bir otorite oluşturulur.)
Normal şartlarda hayatını devam ettirebilmesi için edinmesi gereken şeyleri edindiği için otoritenin yokluğunu fırsat bilene ne denilebilir? Bu insan bireysel açıdan kötü olduğunu düşündüğü bir şeyi yapıyor ama toplumsal açıdan da (kanun vs haricinde, manevi olarak) kötü sayılabilir mi? Bisiklet Hırsızları filmindeki baba, zar zor edindiği işe gidip gelmesi için sahip olması şart olan bisikletini çaldırdığında, yenisini alacak gücü olmadığı için, kimse onu görmezken başkasının bisikletini çalmakta haksız mıdır? (Filmde baba önce bisikletini bulsunlar diye polise gitmiştir ancak o kadar çok hırsızlık olayı olmaktadır ki polis yardım etmeye çalışmaz bile.) Kısa da olsa bahsetmek gerekirse Hegel'in bu duruma muhtemel bir yanıtı olacaktır: Bisikleti çalan da, bisikleti çalınan da mağdurdur (sonuçta onun da hakkı elinden alınmıştır) ama mağduriyet seviyeleri farklıdır. Burada da muhtemelen bisikleti çalan daha mağdurdur.
Otorite ve iktidar deyince biraz Foucault'ya da değinmeden olmaz. Foucault, iktidarı salt kötü olarak değerlendirmez. Ona göre, bireyler özgürlüklerini halihazırda bulunan iktidar içerisinde tanımlarlar. Bu da “normalleştirilmiş” olduklarını gösterir. “Normalleştirme: iktidarın, bireyleri doğruluk oyununa sokarak normal olmayan olarak görülen bireyleri toplumun geneline uydurma işlemidir.” Yani bireyler mevcut otoriteyi kabul ederler, kendilerini ona göre şekillendirirler, sonra da otorite içindeki sınırlı özgürlüklerini sürdürmeye devam ederler. Ancak otorite insanları öylece başıboş bırakmaz. Bir çeşit cezalandırma (ve ödüllendirme) sistemi koyar. Bununla normalin dışına çıkmaya yeltenen bireyleri genelin içine çeker ya da o bireylerden ibret yoluyla diğer bireylerin çizgiyi aşmamasını sağlar. Milgram'ın deneyinde otoriteyi sorgusuz sualsiz kabul eden bireyler için cezalandırma gerekmemiştir bile. Sineklerin Tanrısı'nda otorite kalkınca çocuklar “özlerine dönmüş” ama kendi içlerinde biri iyi diğeri kötü sayılabilecek iki otorite oluşturmuşlardır yeniden. Bisiklet Hırsızları'nda baba İkinci Dünya Savaşı'nın İtalya'da yarattığı otorite boşluğunun mağdurudur; birisi onun bisikletini çalar, o da bir başkasınınkini.
Farklı insanlar, farklı engellenmeler, farklı sonuçlar
Hegel bireysel özgürlüklerin Geist'ın (ruh, zamanın ruhu) tecelli ettiği devlete bireysel özgürlüklerin tesliminin mutlak özgürlük için gerekli olduğunu savunur. Ona göre, otoritenin olmadığı durumlarda insanlar daha özgür değillerdir. Yani insan otoriteye muhtaç mıdır? (Sonradan yerleştiği adada oranın yerlisi Cuma'yı hizmetlisi yapmasını saymazsak) Robinson Crusoe gibi yaşamak mümkün değil midir? Unutmamak gerekir ki Robinson tek başınadır. Günümüzde bu neredeyse ütopik bir deneyimdir. Toplu halde yaşamak, toplum mudur otoriteyi meydana getiren?
Otoriteyi sorgulamayanlardan ziyade sorgulayanları açıklamak daha zor gibi. Otorite mevcutken ve kendini hissettirirken bunu bazıları, mesela Samwise Gamgee gibi, nasıl reddedebilir? Hegel, bu insanların aslında Geist'ı içselleştiremediklerini, o yüzden özgür olamadıklarını savunur. Yani bir nevi birey kaynaklı bir sorundur. Platon'un Devlet'indeyse böyle bir karşı çıkıştan yöneticilerin Formları (kısaca fiziksel dünyanın dışındaki mutlak değerler demekte sakınca yoktur umarım) iyi uygulayamamasını sorumlu tutar. Karşı çıkanları doğrudan (en azından birey bazında) haklı bulmaz ama öte yandan neredeyse öyle bir yönetimin buna müstahak olduğunu anlatarak bunu meşrulaştırır. Belki de sonuç olarak şu savunulabilir: Doğduğumuz andan itibaren bir otoriteye maruz kalırız; ancak bu, (karşı çıkanların haklı ya da haksız olması bir yana) onun hiç sorgulanmayacağı anlamına gelmez. Yüzüklerin Efendisi'nde sıkça değinilen ama Gyges'in hikâyesinin bittiği yerden erişilemeyen bir de soru düşüyor insanın aklına: Platon'un şikâyet ettiği türden bir yönetime karşı gelen birisi, genelin durumunu düzeltmek için yüzüğü şahsi çıkarları dışında kullanamaz mı?
İnsanlık tarihi boyunca cevabı tam olarak bulunamamış bir sorunun yanıtını bu kısa yazıda da bulmak pek mümkün değil. Zaten ilerledikçe yanıtlardan çok, sorular artıyor. En azından fikir sahibi olabildiğimiz bazı hususlar var. Her insanın doğası birbirinin aynısı değil, daha doğrusu sırf iyi ya da sırf kötü insanlar muhtemelen yok. Aynı durumlar farklı insanların farklı davranışlarına yol açıyor. Bu farklı doğadaki insanlar birleşip toplumu meydana getirdiklerinde insan doğasının boyutu değişiyor. Toplumun getirdiği maddi ve manevi yaptırımlar, dışsal bir otorite doğduğu andan itibaren insan doğasına şekil veriyor. Farklı insanlar, farklı engellenmeler, farklı sonuçlar. Aslında neyin insan doğası, neyin sonradan öğrenilmiş olduğunu belki de hiç ayırt edemeyeceğiz. Tabii bir Görünmezlik Yüzüğümüz olmazsa…
"Görünmezlik Yüzüğü"
Yazar: Tuğçe Ayteş
Kaynak: Mavi Melek Resimli Edebiyat Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder