Müzikle Tedavi
İnsanoğlu, yüzlerce yıldır hastalıklarla baş edebilmek için çeşitli yol ve yöntemler denemiş; çeşitli otlardan, hayvanlardan, deniz ürünlerinden şifa bulmaya çalışmıştır. Bu şifa arayışlarının içinde en ilginç olanlardan birisi de “müzikle tedavi”dir.
Müzik, aslı Yunanca olan bir kelimedir ve dünyanın her yerinde aynı anlamı taşımaktadır. Türkçede “musiki” kelimesi de kullanılmaktadır. “Musica” eski Yunanca “mousike” ve “Mouse” kelimesinden alınmıştır.
Müzikle tedavi, insandaki işitme melekelerini geliştiren, bunları kullanan ve kişinin tedavi edilmesine vesile olan bir yöntemdir. Batı’da “müzik terapi” veya “müzikoterapi” adıyla da anılmaktadır. Ancak tedaviyi her yönüyle olumlu etkilediği müziğin içinde olduğu tedavi anlamında “müzikle tedavi” tabiri olayı ifade edecek en iyi tanımlamadır.
9. yüzyıldan 18. Yüzyıla kadar, Türk hekimleri müzikle tedaviyi etkin bir şekilde kullanmışlardır. İlk psikiyatri hastanesinin Türkler tarafından Kahire’de açılmış olduğu da tarihi bir gerçektir. Tarih boyunca psikiyatri alanındaki gelişmelerin temelinde Türk imzası olduğunu söylemek abartılı değildir. Batı’da akıl hastaları ancak 18. yüzyılda zincirlerden kurtulabildiler. Hâlbuki Türkler dokuz asırdır akıl hastalarını insanca tedavi ediyor, hastanelerde bir dediklerini iki etmiyorlardı.
Avrupa 19. Yüzyılda bile, akıl hastalarına gereken önemi verememişti. Esquirol, 1818’de Fransa’da akıl hastalarının hayvanlardan ve canilerden bile daha kötü muamele gördüklerinden bahseder. Hâlbuki aynı tarihlerde İstanbul’da yaşanmış olan şu hadise, Türklerin akıl hastalarına nasıl baktıklarını gözler önüne serer.
23 Ocak 1802 tarihinde Binbaşı Abdullah Ağa adında bir zat, Ayasofya Camii’nde namaz kıldıktan sonra kılıcını çekmiş ve cemaatten birini yaralamış. Zabıta memurları Abdullah Ağa’yı hemen tutuklamışlar ve Babıâli’ye getirmişler. Yapılan muayene sonunda, Abdullah Ağa’nın bilincinin bozulduğu kararına varılmış ve tedavi görmesi için Süleymaniye Darüşşifası’na (akıl hastanesi) gönderilmiş. Bu olay, hem akıl hastalarına yaklaşım hem de akıl hastalarının adlî durumları adına önemli bir tarihi vesikadır.
İslâm medeniyetinde müzikle tedavi İslâm tarihinde, özellikle tasavvuf ekolü mensupları (sufîler) müzikle uğraşmışlar ve insanın ruhî (nefsî) hastalıklardan kurtulup olgunlaşmasına katkıda bulunduklarını savunmuşlardır.
Hem hekim hem de müzikolog kimlikleriyle İslâm tarihinin önemli kilometre taşlarından olan Zekeriya er-Razî (854–932), Farabî (870–950) ve İbni Sina (980–1037) müziğin tedavi edici etkisini incelemişlerdir. O zamandan başlayan “müzikle tedavi” geleneği, Selçuklu ve Osmanlı şifahanelerinde devam etmiştir.
Dünyaca ünlü Türk bilgini Ebu Nasr Farabî (870–950), müziğin insan bedenine ve ruhuna etkilerini incelemiştir. Farabî’nin en büyük özelliklerinden biri “kanun” sazını icat etmiş olmasıdır. Esrarengiz bir kişilik olarak tarihe geçen Farabî, bir gün bir müzik meclisinde bulunur. Meclisteki kimse onu tanımaz. Farabî, torbanın içinden bir çalgı çıkarır; aleti kurup çalar. Meclistekiler gülmeye başlarlar. Ardından aleti söküp başka bir tarzda çalar. Bu sefer kapıcıya varıncaya kadar, mecliste bulunan herkes uykuya dalar. Hatta denilir ki, Farabî meclistekileri uykuda bırakıp oradan ayrılır.
Türk İslâm tarihinin büyük isimlerinden biri olan İbni Sina da (980–1037) , musikinin insan bedenine etkisini incelemiştir. Tedavinin etkili olması, hastanın aklî ve ruhî dengesini artırmak için çevresini sevimli hale getirilmesi gerektiğini keşfetmiş, bunun için de musiki dinletmenin en etkili yollardan olacağını savunmuştur.
Araştırmalarında kaynak olarak sık sık Farabi’ye başvuran İbni Sina, müzik notalarının insanın ruh hallerindeki iniş çıkışları temsil ettiğini tespit etmiştir. Ona göre müziği bize hoş gösteren, işitme gücümüz değil; o besteden çeşitli telkinler çıkaran idrak yeteneğimizdir. Yani, müziğin bizde uyandırdığı duygulardır.
Razî, Farabî, İbni Sina gibi Türk bilginlerinin ilk adımını attığı, psikolojik sebeplerle başlayan bedensel hastalıklarda (psikosomatik hastalıklar) ilaç, meşguliyet ve müzikle tedavi yöntemi, Selçuklu ve Osmanlı bilginleri tarafından geliştirilmiş ve 18. Yüzyıla kadar başarıyla uygulanmıştır.
Avrupa yeni keşfetti
20. Yüzyılın sonları, ilaç tedavisindeki büyük gelişmelerin yanında psikoterapilerin de geliştirildiği bir dönem olmuştur. Bilişçi, davranışsal, destekleyici, dinamik psikoterapiler daha etkin hale gelmiş ve tedavide daha sık kullanılmaya başlanmıştır. İlaç tedavisine ilaveten psikoterapilerin uygulanması tedavideki başarı oranını daha da arttırmıştır.
Son 50–60 yıl içerisinde kapsayıcı tedavi anlayışının geçerli olmaya başlaması psikiyatri dünyasında yeni arayışları gündeme getirmiş ve kapsayıcı yaklaşımların en ideali olarak “müzikle tedavi” kabul edilmiştir. İlk olarak II. Dünya Savaşı’ndan yaralı çıkmış askerlerin kaldığı hastanelerde müzik kullanımın başlaması sonrasında bu uzmanlık dalının farkına varılmış ve 1960’lı yıllarda sayısı çok az olan müzikle tedavi uzmanlarının arttırılması ve kapsayıcı anlayışına uygun bir eğitim almaları için çalışmalar başlatılmıştır.
Müzikle tedaviden elbette ki sadece “müziğin kullanıldığı tedavi” anlaşılmamalıdır. Müzikle tedavi, “müziğin içinde bulunduğu tedavi” anlamına gelmektedir. Müzik, tek başına hiçbir fiziksel hastalık etkenini ortadan kaldıramaz, ancak her türlü hastalığın tedavisinde kullanılabilir. Mesela, depresyonlu kişilere müzikle tedavi uygulaması, içinde bulundukları mutsuz durumdan alıkoyup mutlu olmalarını sağlayabilir ama fiziksel ve duygusal fonksiyonlarında, anlamlı ve sürekli bir düzelme sağlayamaz. Bunun olması ancak, biyolojik tedavi yöntemlerinin ve psikoterapilerin birlikte kullanılmasıyla mümkündür.
Dr. Adnan Çoban
Yansımalar - Ercan Irmak - Sabâ Peşrevi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder