Loading

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Kişiler Arası İlişkilerin Önemi

İnsan topluluğunu hangi bakış açısıyla incelersek inceleyelim, kişiler arası ilişkilerin çok önemli bir rol oynadığını görürüz. İnsanlığın uzun evrimsel tarihini araştırmak veya tek bir bireyin gelişimini incelemek her zaman için kişiler arası ilişkilerde biçimlenen insan varlığını değerlendirmemizi gerektirir. İnsanların her zaman üyeleri arasında güçlü ve kalıcı ilişkilerin bulunduğu gruplar halinde yaşadıkları yolunda, ilkel insan kültürleri veya insan dışı primatlarla yapılan çalışmalardan elde edilen inandırıcı veriler vardır. Kişiler arası davranış evrimsel anlamda belirgin biçimde uyuma yöneliktir: Güçlü, olumlu ve karşılıklı kişiler arası bağlar bulunmaksızın bireyin ve türün yaşar kalması mümkün olmayacaktı. John Bowlby anne-çocuk arasındaki ilk ilişkiler üzerine çalışmalarından hareketle bağlanma davranışının (attachment behavior) insan varlığını ortaya çıkardığı sonucuna ulaşmıştır. Eğer anne ile bebek ayrı düşerlerse kayıp nesnenin aranmasına bunaltı yaşantısı eşlik etmektedir. Ayrılığın uzaması durumunda sonuç orantılı olarak daha şiddetli olacaktır. W. Goldschmidt etnografik kanıtlar üzerine yaptığı yorucu bir derlemenin temelinde şunları söylemektedir:

"İnsan, doğası gereği toplumsal varoluşa bağlanır ve bu nedenle kaçınılmaz biçimde kendi çıkarlarına hizmet etme ve ait olduğu grubun çıkarlarını tanıma arasında ikilemle kuşatılır. Bu ikilem çözümlenecek hale gelene dek insanın kendi çıkarına en iyi biçimde çevresindekilere karşı yükümlülükleri yoluyla hizmet edebileceği gerçeği çözüm yerine geçer. Olumlu duyguya gereksinim, her bir insanın kendi insan çevresinden tepki alma arzusu demektir. Bu, yiyecek için duyulana benzemeyen, fakat daha genelleşmiş bir açlık biçiminde gözlenebilir. Kendini ilişki, tanınma ve kabul görme, onay görme, saygı görme veya üstünlük için arzu şeklinde, değişen biçimlerde ortaya koyabilir. İnsan davranışını incelediğimizde kişilerin yalnızca birlikte içine girdikleri toplumsal sistemde yaşamakla kalmayıp aynı biçimde evrensel olarak çevresindekilerin onayını alma yolunda eylemler gösterdiğini gözlemekteyiz.

Benzer biçimde, doksan yıl önce William James de şunları söylemişti:
"Biz yalnızca çevremizdekilerden anlayış bekleyen, sürü halinde yaşayan hayvanlar değiliz, fakat kendimizi göz önüne almaya ve cinsimizce olumlu biçimde göz önüne alınmaya doğuştan bir eğilimimiz vardır. Topluluk içinde boşlukta kalma ve diğer üyelerce mutlak biçimde yok sayılma kadar acımasız bir ceza tasarlanamazdı."

Gerçekten de aradan geçen zaman ve yalnızlığın acı ve ters sonuçlarını ortaya koyan çağdaş araştırmalar James'in kurgularını doğrulamıştır. Örneğin yalnızlar, yani bekârlar, boşanmışlar ve dullar için, bu durumun ölüm nedenlerinin başında yer aldığına ilişkin önemli kanıtlar vardır.

Harry Stack Sullivan
Dinamik psikoterapinin tüm modern ekolleri kişilerarası temele ve Harry Stack Sullivan'ın psikiyatride sistematik kişiler arası teorisine dayanır. Hepimizin gönülden Sullivan'cı olmamıza karşın yeni kuşak terapistler Sullivan’ı nadiren okumaktadır. Bunun bir nedeni dilinin genelde karmaşık oluşudur, ayrıca çalışması o derece çığır açıcı ve yaygın biçimde etkili olmuştur ki katkıları genellikle belirgin biçimde tanınır veya aşikârdır. (Bununla birlikte ben Sullivan'ın çalışmalarının birincil kaynaklarının veya bazı anlaşılabilir açıklamalarının okunmasını öneririm). Sullivan'ın formülasyonları grubun tedavi edici süreçlerinin anlaşılmasında son derece yardımcıdır, kişiler arası teorinin kapsamlı bir değerlendirmesi de bu kitabın sınırlarını aşar. Buna karşın ben birkaç anahtar kavramı tanımlayacağım. Sullivan, kişiliğin hemen bütünüyle diğer önemli insanlarla etkileşimin bir ürünü olduğunu öne sürmüştür. Diğerleriyle yakından ilişkili olma gereksinimi herhangi bir biyolojik gereksinim kadar temel bir anlam taşır ve bebeklerin uzamış çaresizlik evrelerinin gösterdiği gibi yaşamın sürdürülmesinde biyolojik gereksinimler kadar önemlidir. Gelişen çocuk, güvenlik arayışı içinde kendisine ait bu yönleri ve özellikleri kabul görme durumunda vurgulayarak yansıtma eğilimindedir, kabul görmeme durumunda bunları baskılayacak veya yadsıyacaktır. Sonuçta birey çevreden algıladığı değerlendirmeler temelinde bir kendilik kavramı (kendilik dinamizmi) geliştirir.


"Kendiliğin yansıtılan değerlendirmelerce oluşturulduğu söylenebilir. Bu, hiçbir zaman sevilmeyen, istenmemiş bir çocuk olgusunda veya kendisine bir çocuk olarak gerçek bir ilgi duymamış kişilerin evlatlığı olan çocuk örneğinde olduğu gibi birinci planda küçültücü nitelikte olursa diğer insanlara karşı düşmanca ve kötüleyici değerlendirmeleri kolaylaştıracak ve kendine yönelik kötüleyici ve düşmanca değerlendirmeleri içinde yaşatacaktır."

Sullivan, kişinin diğerlerinin algısını olduğundan farklı alma eğilimini tanımlamak için PARATAKSİK ÇARPITMALAR terimini kullanmıştır. Kişiler arası bir ortamda bir kişi diğeriyle gerçekçi yaklaşımlar temelinde değil fakat tamamen veya birinci planda kendi fantezisinde var olan bir kişiselleştirme temelinde ilişki kurduğunda bir parataksik çarpıtma ortaya çıkmaktadır. Parataksik çarpıtma aktarım kavramına yakındır, fakat bu bağlamda daha geniş bir anlam taşır: Yalnızca tedavi edici değil, tüm kişilerarası ilişkileri dile getirir, yalnızca gerçek yaşam biçimlerinden kaynaklanan tutumların basitçe aktarımını değil, kişinin iç gereksinimlerine yanıt olarak kişiler arası gerçekliğin çarpıtılmasını da içerir.

Kişiler arası çarpıtmalar kendilerini devam ettirme eğilimindedirler. Örneğin, küçülmüş, alçalmış kendilik imgesi olan bir birey seçici ihmal yoluyla veya yansıtmayla bir diğerini yanlış biçimde sert, itici bir figür olarak algılayabilir. Ayrıca süreç kendisini şiddetlendirir, çünkü ardından birey aşamalı olarak yapmacık tavırlar ve davranış özellikleri, örneğin onursuzluk, savunucu nitelikte karşıt olma veya yukarıdan bakma gibi tavırlar geliştirebilir, sonuçta bu durum diğerlerinin gerçekten sert ve itici olmasına neden olacaktır. Kendini oluşturan kehanet teriminin bu fenomenle ilişkisi vardır.

Sullivan'ın görüşüne göre parataksik çarpıtmalar birincil olarak kişinin ilişkilerle ilgili değerlendirmelerini diğerlerininkilerle kıyaslamasıylakarşılıklı onaylamalar yoluyla değiştirilebilir. Bu bizi Sullivan'ın tedavi edici süreçlerle ilgili görüşüne ulaştırır: "Psikiyatri insanları birlikte kuşatan ve aralarında devam eden süreçlerin araştırılmasıdır." Mental bozukluk ve psikiyatrik semptomatoloji değişkenlik farklılıklarına rağmen kişiler arası terimlere çevrilebilir ve uygun biçimde tedavi edilebilir. "Kişiler arası süreçleri dile getiren bir terim olarak mental bozukluk, kişilerin içinde bulunduğu durum açısından yetersizdir, ya da yanılsamaya uğratılmış kişilerin de bu durumlara katılması nedeniyle aşırı derecede karmaşıktır. Bazen kişinin gereksinim duyduğu doyumların peşinden gitmesi davranışının aşırı etkisizleşmesini getirir." Bu nedenle, psikiyatrik tedavi doğrudan kişiler arası çarpıklıkların onarımına yönelik olmalıdır, sonuçta bireyin daha dolu bir yaşam sürmesini, diğerlerine işbirliği içinde katılmasını, gerçeği çevreleyen durumlar içinde kişiler arası doyumlar sağlamasını, karşılıklı doyurucu ilişkiler kurmasını kolaylaştırıcı olmalıdır. "Akıl sağlığının ne derece başarıldığı kişiler arası ilişkilerden haberdar olmanın düzeyine bağlıdır". Psikiyatrik iyileşmeden söz edilebilmesi için "kendilik duygusunun kişinin kendini diğerlerine karşı davranışlar ortaya koyan bir hasta olarak değerlendirdiği noktaya dek açılması" gerekir.

Bu nedenle terapi hem hedefleri, hem de anlamları açısından geniş biçimde kişiler arası bir şeydir. Başlangıç amaçları olan ıstırabın dinmesi değişir ve sonuçta genellikle kişiler arası nitelikte yeni amaçlara dönüşür. Amaçlar bunaltı veya depresyondan kurtulma isteğinden diğerleriyle iletişim kurmayı öğrenme, daha güvenilir ve dürüst olma, sevmeyi öğrenme isteğine değişebilir.

Amacın ıstırabın dinmesi hedefinden kişiler arası işlevselliğin değiştirilmesine kayması dinamik tedavi edici süreçler içinde önemli bir ilk adımdır. Örnek olarak, terapist depresyonu zaten tedavi edemez: depresyon tedavi edici bir dayanak sağlamaz, kişiler arası ilişkinin araştırılmasında bir temeli yoktur, göstermiş olduğum gibi, terapi grubunda terapinin gücünde bir anahtar olabilir. Öncelikle depresyonun kişiler arası ilişkilerde ifade edilmesi ve ardından altta yatan kişiler arası patolojinin tedavisi gereklidir. Bu nedenle terapist depresyonu ilgili kişiler arası sorunlara, örneğin edilgen-bağımlılığa, yalıtlanmaya, aşırı boyun eğmeye, öfkeyi dışa vuramamaya, ayrılmaya karşı aşırı duyarlığa çevirir ve sonra terapi içinde bu kişiler arası sorunlara yönelir.

Sullivan'ın terapinin ayrıntılı süreçleri ve hedeflerine ilişkin yorumları etkileşimsel grup terapisindeki durumlarla son derece uyumludur. Bununla birlikte hastanın geçmişi kavrayışının ve kişiler arası uyumsuz tutumların temel gelişiminin önemi Sullivan'ın çalıştığı bireysel ortamlara göre grup terapisinde daha az olabilir.

Kişiler arası ilişkiler teorisi şu durumda daha fazla vurgulanmayı gerektirmeyecek kadar, psikiyatrik düşünce yapısının bir parçasını oluşturmaktadır. İnsanlar düşünce yapısının başlangıcında ve sürdürülmesinde, toplumsallaşmada ve doyum aramada insanlara muhtaçtırlarHiç kimse, ne ölmekte olan, ne toplum dışı kalmış, ne de güçlü kişi insanlarla ilişki ihtiyacının ötesine geçemez.

Yıllar boyu hepsinde ilerlemiş kanser bulunan hastaların gruplarını yönettim. Ölümle yüz yüze gelme durumunda yok olma veya hiçlikten o kadar korkmadığımızı, fakat buna eşlik eden mutlak yalnızlıktan çok korktuğumuzu kerelerce gözledim. Ölmekte olan hastaların ilgilerinin kişiler arası ilişkilere yönelik olması ender değildir. Yaşamlarını sürdürenlerin kendisini terk etmesinden ve hatta kaçınmasından dolayı acı çekebilir. Örneğin bir kadın hasta, büyük bir akşam yemeği vermeyi planlamıştı ve kısa bir süre önce gelişmiş olan kanser hastalığının metastaz yapmış olduğunu öğrendi. Hastalığının neden olabileceği ağrıların dayanılmazlığı nedeniyle insanlıktan uzaklaşacağı ve başkalarınca reddedileceğine ilişkin korkunç düşünce, onun partide bu sırrını saklamasına neden oldu.

Sorunun hastaya söyleyip söylememek değil, hastaya açık biçimde ve dürüstçe nasıl söylenebileceği olduğu yolunda Elisabeth Kübler-Ross'la aynı görüşteyim. Hasta, ölmekte olduğunu her zaman için davranışlarla ve yaşamın kendisinden çekilmekte olmasıyla, örtülü bir biçimde fark etmektedir.

Ölüm genellikle kişiyi en yakınlarından ayırır. Kişi aldatıcı bir havayla arkadaşlarını korur ve cesaretlendirir. Ölmekte olan hastalar kendileriyle yaşamlarını sürdürenler arasında geniş bir uçurum yaratan hastalığa ait konuşmalardan kaçınırlar. Hekimler çok ilerlemiş kanser hastalarını belki de ölüm korkusundan, suçluluk, sonlanma ve boşluk duygularından kaçınmaları için genellikle uygun bir ruhsal durumda tutarlar. Sonuçta yapabildiklerinin ötesinde bir şey yoktur. Yine de hastanın bakış açısına göre hekime gereksinim duyulan zaman, teknik yardım için değil, fakat bütünüyle insan varlığı için en çok gereksinim duyulan zamandır. Hastanın gereksinimleri diğerlerine temas edebilmesi, endişelerini açıkça dile getirebilmesi ve yalnızca "filancadan başkası" değil, aynı zamanda "falancanın bir parçası" olduğunun anımsanmasıyla ilişkilidir.

Toplum dışı kalmış kişiler, yani kişiler arası gereksinimleri çok fazla katılaşacak kadar itilmeye alıştıkları düşünülen bireyler de toplumsal gereksinimlere zorunluluk duyarlar. Bir cezaevindeki yaşantı bana bu insanca gereksinimin her zaman ve her yerde geçerli olma niteliğini güçlü bir şekilde anımsatmıştır.

Deneyimsiz bir psikiyatri teknisyeni on iki mahkumdan oluşan terapi grubu için benden danışma istemişti. Grup üyelerinin hepsi de suçları cinsel saldırıdan küçük bir bölümünde cinayete dek değişen azılı sabıkalılardı. Terapist grubun yavaş ilerlemesinden ve devamlı konu dışı malzemeyle meşgul olmasından yakınıyordu. Grubunu gözlemeyi kabul ettim ve her bir üyeden özel olarak grup içindeki herkesi "genel ilgi" açısından sıraya koymasını istemesini önerdim. (Bu görevin tartışılmasının grubun ilgisini kendi iç yapısına yönelteceğini ummuştum). Bu sonuçları gelecek grup toplantısından önce tartışmayı planlamış olmamıza rağmen beklenmedik koşullar bizi toplantı öncesi danışma işini iptal etmeye zorladı.
Sonraki grup toplantısı sırasında terapist coşkulu, fakat profesyonel açıdan deneyimsiz ve kişiler arası gereksinimlere duyarsızdı, popülariteyle ilgili oyları tamamen yüksek sesle okumaya karar vermişti. Grup üyeleri toplantıya biraz kışkırtılmış biçimde ve belirgin olarak ürkmüş ve tedirgin olarak başladılar, sonuçta bu durum açıkça oy sonuçlarını öğrenmek istememelerine neden oldu. Bir çok üye kendilerinin listenin altlarında olduğunu öğrenmenin neden olacağı yıkımdan o denli heyecanlı bir biçimde söz etti ki terapist listenin yüksek sesle okunması planını terk etti. Ben bir alternatif plan önerdim: Her bir üyeden grup içinde en fazla ilgisini çeken kişinin kim olduğunu ve seçim nedenini açıklaması istendi. Bu plan da oldukça tedirgin ediciydi, üyelerin yalnızca üçte biri bir seçim öne sürme cesaretini gösterdiler. Bununla birlikte grup bir etkileşim düzeyine doğru değişim geçirdi ve belli derecede canlılık, bağlılık ve önceden kestirilemeyen bir ferahlık düzeyine ulaştı. Bu insanlar toplumdan genelde son derece dışlanma mesajı almışlardı, mahpustular, ayrım görmüşlerdi ve açıkça serseriler olarak etiketlenmişlerdi. Rastgele bir gözlemci için bu insanlar, tüm insanlara karşı katı yürekli ve kişiler arası ilişkilerde onaylanma veya onaylanmama durumlarına ilgisiz görünmekteydiler; yine de ilgileniyor, hem de çok ilgileniyorlardı.

Diğerleri tarafından kabul görme ve onlarla ilişki kurma gereksinimi yoksulluk, şöhret ve zenginlik gibi zıt kutuplarda bulunan insanlar arasında fark göstermez. Bir keresinde, üç yıl boyunca çok zengin bir hastayla ilgilenmiştim. Bu kadın hasta için ön plandaki konular kendisiyle başkaları arasındaki ilişkileri paranın oluşturduğu üzerineydi. Herhangi bir kimse kendisine parasından daha fazla değer veriyor muydu? Diğerleri tarafından sürekli olarak sömürülüyor muydu? Sırtındaki yirmi bir milyon dolarlık yükten kime şikâyet edebilirdi? Kimliğini veya zenginliğini diğerlerinden sakladığı takdirde kendini sahtekâr olarak hissetmekteydi. Diğerlerinden hayal kırıklığı veya çekinme duyguları oluşturmadan onlara nasıl uygun armağanlar verebilirdi? Bu konuyu daha fazla kurcalamaya gerek yoktur, yalnızlık çok yaygın bir kanıdır. (Bu yaşantılar grup terapisti için bilinmez şeyler değildir, bölüm 7’de grup lideri rolünün doğasında var olan yalnızlığı tartışacağım).

Her grup terapistinin gruba karşı ilgisizlik veya gruptan ayrı olma iddiasında bulunan hastalarla karşılaşmış olduğuna eminim. Bu tip hastalar: "Benimle ilgili söyledikleriyle, düşündükleriyle ve duygularıyla ilgilenmiyorum; onlar benim için birer hiç; diğerlerine hiç saygı duymuyorum" veya bu anlama gelen sözcükler sarf ederler. Kendi deneyimim, böylesi hastaları grup içinde yeterince uzun süre tutabilirsem bir başka yönün kaçınılmaz biçimde su yüzüne çıkacağı yolundaydı. Bu hastalar grupla çok derin bir düzeyde ilgiliydiler. Grup hakkında hayal kurabilirler, toplantıdan önce büyük kaygı duyabilirler, toplantıdan sonra eve giderken ve uykuda kendilerini çok sarsılmış hissedebilirler. Bir keresinde gruba karşı aylarca ilgisiz tutumunu sürdüren bir kadın hastadan grubun önünde en çok isteyip de gizlediği bir soruyu sorması istenmişti. Hastanın herkesi şaşırtan sorusu "Kendinizi nasıl benim yerime koyabilirsiniz?" oldu. İnsanlar bir grup içinde sıkıldıkları için sessiz durmazlar. Hastalar terapiyi can sıkıntısından ötürü terk etmezler. Hor görmeye, küçümsemeye, korkuya, cesaretin kırılmasına, utanmaya, paniğe, düşmanlığa inanınız, fakat kayıtsız kalmaya asla inanmayınız.  

Özet olarak, kişiler arası teori görüşü ışığında kişilik gelişiminin, olgun işlevselliğin, psikopatolojinin ve psikiyatrik tedavinin bazı yönlerini gözden geçirdim. Ortaya çıkardığım birçok konunun grup terapisindeki tedavi süreçleriyle yaşamsal bir ilgisi vardır: Mental bozukluğun bozulmuş kişiler arası ilişkilerden çıktığı kavramı, kişiler arası çarpıtmaların değiştirilmesinde görüş birliğinin rolü, tedavi edici sürecin kişiler arası ilişkilerin uyuma yönelik olarak değiştirilmesi biçiminde tanımı ve insan varlığının toplumsal gereksinimlerinin devamlı niteliği ve gücü.

Irvin Yalom



Irvin Yalom'un "Grup Terapisinin Teori ve Pratiği" adlı kitabından..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder