Timurlenk Akşehir'de bulunurken bu şehre yabancı diyarlardan derin bilgiye sahip bir adam gelmiş. Timurlenk'le sohbet etmiş. Bu sırada tercüman aracılığı ile Timurlenk'e:
— Birkaç sorum var. Eğer sizin uzağı görür ve bilim sahasında tam anlamiyle yetişmiş adamlarınız varsa onlarla imtihan olayım! demiş.
Bunun üzerine Timur şehrin ileri gelen büyüklerini huzuruna çağırtıp onlara:
— Şehrimize uzak diyarlardan yabancı bir bilgin geldi. Tabiat ilimlerinden ve maddî fenlerden imtihan olmak istiyor. Bunlar gezegen kişilerdir. Eğer biz bu bilginin karşısına ona cevap verebilecek bir bilgini çıkaramazsak bizim oturmakta olduğumuz bu diyar-ı Rum da ilim sınıfının yıkılmış olduğunu, bilgi yönünden çok yoksun bulunduğunu, dolaştığı her yerde ilân eder, bu da Türklüğe yakışmaz, sizin bütün devletlerce kültür bakımından çok düşük seviyede olduğunuz ortaya çıkar. Mevkiiniz sarsılır, haysiyetiniz kırılır, der.
Şehrin ileri gelenleri bunun üzerine bir odada toplanırlar ve aralarında konuşurlar, şehirlerinde bu yabancıya cevap verebilecek bir bilgin kişinin yokluğuna esef ederler. Sonra da bir karara varırlar:
— Böyle boş sözlerle vakit geçirmeğe değmez. Bir çare düşünelim de bu vartayı başımızdan savalım!
diyerek bir hayli konuşurlar ve ilim adamları ile tanınmış Konya'dan, Kayseri'den, yabancı bilginin sorularını cevaplandırabilecek yetkide ilim adamları getirtmeyi kararlaştırırlar.
Nihayet içlerinden biri:
— İl dışından, şehir dışından ilim adamları getirtmek hem zaman alır, hem de büyük masraflara mal olur. Bundan vaz geçelim. Bu şehir namına utanç doğuracak bir harekettir. Dışardan bilgin çağırırsak hem Emir Timur'a karşı hakaret etmiş olur, hem de şehir halkı yanında küçük düşeriz. Atalarımız (deliden uslu haber) derler: Biz ilk önce bizim hazırcevap Nasrettin Hoca'mıza danışalım, onun fikrini alalım. Belki onun alacağı garip tedbirlerle bu bilgin yabancıyı mat eder, atlatırız!
demiş. Toplananların hepsi de bu fikri çok beğenmiş.
İkinci toplantıya Hoca'yı da çağırmışlar. Meseleyi ona anlatmışlar. Hoca, meclisin şehir namına üzüntülerini anlamış. Şehrin ileri gelenlerine:
— Merak etmeyin. Siz o işi bana bırakın. Eğer onun sorularına uygun cevaplar verebilir de yabancıyı susturabilirsem ne âlâ! Eğer başaramazsam (O, deli tabiatlı ermiş bir hocadır. Biz çağırmadan meclisimize geldi. O sayılmaz. Sizin karşınıza cevap verebilecek değerli bir bilginimizi çıkaracağız!..) der, başka insan ararsınız. Yok eğer onun sorularına cevap vermeyi başarırsam hepinizden ayrı ayrı emeğimin karşılığını isterim. Tabii ki Emir Timur'un ihsanı da ayrı olur! demiş. Şehrin salonunda toplanmış olan ileri gelenler:
— Aman Hocam!.. Sen bizim yüzümüzü yabancıya karşı ağart da her ne dilersen Allah kerim!..
demişler.
Nihayet Timurlenk'le yabancı arasında kararlaştırılan karşılaşma günü gelmiş. O gün şehrin meydanında çadırlar kurulmuş. Meydanda kurulan tahtına Timurlenk gelerek yerleşmiş. Bilgin yabancı da, kendisine mahsus yaptırılan kürsüye çıkarak oturmuş. Herkes Hoca'nın gelişini beklemeye başlamış. Nihayet Hoca başında kocaman beyaz sarığı, sırtında geniş kollu binişiyle karşıdan görünmüş. Ardında öğrencisi Hammad'la, bir iki öğrencisi daha varmış. Timurlenk'in yakınında, kendisine ayrılan yere oturmuş, etrafını da Hammad ve diğer öğrencileri sarmış. Sohbet edilmiş, şerbetler içilmiş, nihayet imtihan sırası gelmiş. Yabancı bilgin orta yere gelerek büyük bir dikkatle toprağa geniş bir daire çizmiş. Buna ne cevap verecek diye Hoca'nın yüzüne gözlerini dikmiş. Hoca hemen eline asasını alarak yerinden kalkmış, asası ile dairenin tam ortasından bir çizgi çekip daireyi ikiye böldükten sonra yabancı bilginin yüzüne bakmış. Sonra yine elindeki asâ ile bir çizgi daha çekip daireyi dörde bölmüş. Sonra eliyle işaret ederek dairenin 3 bölüğünü kendine doğru çeker gibi yapıp bir bölüğünü yabancı bilgine doğru elinin tersiyle iter gibi yapmış. Bundan sonra tekrar yabancı bilginin yüzüne bakmış. Yabancı bilgin Hoca'mn bu hareketini çok beğenmiş. Eliyle işaret ederek ve gülümseyerek onun bilgisini takdir ettiğini anlatmak istemiş. Bakışları ile onu ödüllendirmiş.
Ondan sonra yabancı bilgin ikinci sorusuna geçmiş. Bu sefer de açılmış bir lâle gibi elinin üstünü yere doğru, parmaklarını da açık ve toplu olarak havaya doğru bir vaziyette tutup birkaç kere yukarı doğru sallar. Hoca da onun tersine elinin üstü havada, parmakları aşağıda olmak üzere bir işaret yapar. Bunun üzerine yabancı bilgin takdir dolu bakışlarla Hoca'nın yüzüne bakar ve bu bakışlariyle ikinci sorusunun cevabını da vermiş olduğunu Hoca'ya hissettirir.
Bundan sonra yabancı bilgin üçüncü ve sonuncu sorusuna geçer. Kendisini eliyle gösterip parmaklariyle yerde hayvan yürümesini taklid edip, sonra karnını işaret edip bir şey çıkar gibi işaret yapar. Bu işaret üzerine Hoca cebinden bir tavuk yumurtası çıkararak yabancıya gösterir. Hemen arkasından da iki kollarını sallayarak uçar gibi yapar. Yabancı bilginin yüzünde sevinç belirmiştir. Hoca, kendisinin son sorusuna da cevap vermiştir.
Bunun üzerine yabancı bilgin Hoca'ya yaklaşır. Onun önünde eğilerek iki elini birden öper. Böyle derin bir bilgiye sahip bir adam yetiştirdiğinden dolayı hem Timur'u hem de şehrin ileri gelenlerini tebrik eder. Toplantıda hazır bulunan şehrin ileri gelenleri de Timur gibi fazlasiyle memnun olurlar. Memleketin yüzünü ağarttığı için Hoca'yı tebrik eder, daha evvelden ihtiyat olarak hazırladıktan para keselerini Hoca'ya mükâfat olarak verirler. Emir Timur da büyük bir kese altınla Hoca'nın gönlünü eder. Herkes dağılır, evine gider.
Halk dağıldıktan sonra Timur ve adamları bu işe şaştıklarından yabancıyı yanlarına çağırırlar. Ona tercüman vasıtasiyle:
— Biz sizin Hoca ile işaretleşmenizden bir şey anlayamadık. Siz ne dediniz, Hoca ne yolda cevap verdi ki cevabın uygun olduğuna inandınız?
Bunun üzerine yabancı bilgin Emir Timur'u ve etrafındakileri Hoca'ya sorduğu sorular hakkında aydınlatır:
— Dünyanın yaradılışı hakkında Yunan bilginleri ile İsrail evlatlarının düşünceleri ayrıdır. Bu hususta İslâm ilim adamlarının ne düşündükleri bence bilinmediğinden, onların ne düşündüklerini öğrenmek istedim: İlk sorumda dünyanın yuvarlak olduğunu işaretledim. Hoca efendi bu yuvarlaklığı tasdik ettikten başka sonradan çektiği hatlar ile evvela denklem hattını belirtti. Böylelikle kuzey yarım küresi ile güney yarım küresini ayırdı. Sonra bir hat daha çekerek üçünü kendine ve birini de bana doğru işaret etmekle dünyanın üç kısmının deniz, bir kısmının da kara olduğunu belirtti. İkinci sualimde bütün yaratıklan ve bu yaradılışın sırlarını meydana çkarmak için parmaklarımı havaya doğru sallayarak topraktan bitkiler, ağaçlar, sular ve madenlerin nasıl meydana geldiğini sordum. Hocafendi buna da cevap olarak, ellerini yukarıdan aşağıya sallamak suretiyle, gökten yağmur yağdığını, güneş ışığının bitkilere ve madenlere hayat verdiğini, diğer gök olaylarının bütün mevcudatı meydana getirdiğini dünya bilginlerinin en son inceleme ve görgülerine uygun bir şekilde bana anlatmış oldu. Son soru olarak da kendimi gösterip ve elimle yer yüzünde doğmuş ve üremiş bulunan yaratıkların birbirinden ayrılarak çoğaldıklarını işaret ettim. Benden üstün bilgiye sahip olan Hocafendi benim yaratıklardan büyük bir kısmını ihmal ettiğimi sezerek hemen cebinden bir tavuk yumurtası çıkardı. Bunu bana gösterdi ve uçar gibi işaretler yaparak havada uçan kuşları unuttuğumu bana hissettirdi. Bu suretle değerli bilgininiz benim bütün sorularıma çok iyi cevaplar verdi. Anladım ki sizin bilgininiz bütün yer ve gök ilimlerine temamiyle vakıf bir dahi, misline az rastlanır bir ilim ve fen adamıdır. Bu yüzden siz hemşehrileri onunla ne kadar iftihar etseniz yeridir.
Timur, yabancı bilginden bu cevabı aldıktan sonra onu uğurlamış, bu sefer de Hoca'nın onun derin ve etraflı sorularına ne yolda cevap verdiğini öğrenmek istemiş. Onu huzuruna çağırtmış, etrafını da adamları sarmış. Hoca'ya bilginin sorularına ne şekilde cevap verdiğini kendilerine anlatmalarını söylemişler. Hoca da:
— A canım; bu adam hapazan, aç gözlü, köpek gibi açlık illetine uğramış bir hasta kişidir. Halbuki siz bana kendisini «bu dünyaca ün yapmış bir bilgindir!» diye tanıttınız. Boş yere telaşa düşmüşsünüz. Vaktaki huzurunuza geldim. Sizin de gördüğünüz gibi orta yere eliyle bir daire çizdi. «Ah, bir tepsi börek olsa!» dedi. Ben bu tepsi böreği evvela ikiye böldüm. Kardeş payı yaptım. Baktım ki aldırış ettiği yok. Bu sefer börek tepsisini dörde böldüm, üçünü kendime aldım, birini ona verdim, zavallı razı oldu. Başını salladı. Sanki gözleriyle bana «benim için o kadarı da yeteri» demek istedi. Meğerse daha isteği varmış. Sonra bana işaretle «Bir tencere pilâv kaynatılsa da, tabaklara doldurup yesek» demek istedi. Ben de işaretle «Tuz, biber de ekilmek, üzüm ve fıstık da konmak lazımdır!» dedim. O mesele de hal oldu. Sonra eliyle kendisini ve karnını işaret edip ve eliyle yürümek işaretini yapıp uzak yoldan geldiğini, epey zamandan beri aç olduğunu, iyice karnını doyurmanın imkanını bulamadığını, yemeğe hasret olduğunu belirtti. Ben de ona işaretle «Ben senden daha çok açım. Karnımın boşluğundan o kadar hafifim ki kuş gibi uçacak bir haldeyim. Sabahleyin kalktım. Karım katık olmak üzere topu topu bir yumurta verdi. Siz beni acele çağırınca onu da yemeğe vakit bulamadım. İhtiyat olarak yumurtayı cebime koydum, hemen koşarak size geldim. Mesele bundan ibarettir, der.
Bunun üzerine gerek Emir Timur, gerekse etrafındakiler «Ben ne sordum, sen ne anladın? Bu acaip bir efsanedir!» mantıkınca düşünceye dalarak bu soru ve cevabın her iki tarafı da memnun etmesine hayran kalmış ve Hoca'yı tekrar tekrar tebrik ve takdir etmişler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder