"İNSAN OTORİTEYE MUHTAÇ MIDIR?"


Engellemeler ortadan kalktığında insanlar neden olduğundan farklı davranır?
Peki, zaten uzun uzun anlatılmış bu hikâyelerden burada bir daha bahsetmenin ne anlamı var? Masallar ve efsaneler büyülü anlatımları bir kenara konulduğunda, özlerinde insan doğasına ilişkin çok çarpıcı tespitlerde bulunurlar aslında. Şimdi bir düşünün. Böyle bir yüzük buldunuz. İster takıp çıkarınca, ister döndürünce sizi görünmez yaptığını öğrendiniz. Görünürde eylemlerinizi kısıtlayacak hiçbir engel kalmadı. Ne yapardınız? Gollum veya Gyges'in mi yoksa Sam veya Aragorn'un yaptığını mı?
Çoğumuzun “fırsattan istifade” edeceği kesin gibi. Kimimiz hiç ihtiyacımız olmasa da çalacak, hatta diğer insanların canına kastedecek, kimimiz sadece ihtiyacı kadarını çaktırmadan alacak ve durmasını bilecek, kimimiz ise elinde böyle bir fırsat olmasına rağmen durumdan faydalanmaya çalışmayacaktır. Peki bu çeşitlilik neden? Cevap insan doğasında yatıyor olabilir mi? Peki ama insanlar doğuştan iyi de sonra öğrenerek mi bu hale geliyorlar ya da doğuştan kötüler fakat iyi olmayı öğreniyorlar ve öyle davranıyorlar? Yoksa insan doğası hem iyiyi hem de kötüyü barındırıyor da bunlardan birisi ileride şartlara göre daha mı ağır basıyor?

Sineklerin Tanrısı'nda ıssız adaya düşen çocuklardan birisi olan Roger, küçüklerden birini taşlamak ister. Fakat önce onun etrafına küçük küçük taşlar atar. Etrafta hâlâ ona kızacak büyükler olacağının etkisinden kurtulamamıştır. Başka bir taş alır, bu sefer daha yakına atar. Onun önüne geçecek, onu cezalandıracak bir otorite figürü olmadığına ikna olduğunda taşı diğer çocuğun tam üstüne fırlatır. (İleride işi daha da büyütür.) Sineklerin Tanrısı, masum varsaydığımız çocukların yetişkinler olmadığında nasıl canavarlaştığını anlatır. Bu, insan doğası hakkında eşsiz ayrıntılardan bahsetse de kurgusal bir yapıt olması ve gerçekle örtüşürlüğü açısından eleştirilebilir.
Otorite insan davranışlarında belirleyici rol oynuyor

Milgram'ın deneyi gösteriyor ki otorite insan davranışlarında belirleyici rol oynuyor. İnsanlar kararlarını çoğu zaman otoriteye devrediyorlar ve onun yerine davranış sergiliyorlar. Ama buna karşı çıkan bir kişi bile olsa sonuçta büyük değişiklik meydana getirebiliyor. Hem bireysel hem de toplumsal yönleri olan Görünmezlik Yüzüğü meselesi de insanların otoriteden muaf olduklarında yapabileceklerini gözler önüne seriyor.
Tekrar en başa dönelim. Bir Görünmezlik Yüzüğümüz var. Takınca görünmez oluyoruz ve istediğimiz her şeyi yapabiliyoruz. Hemen suç, yasak sayılan şeyleri mi yapmaya yöneliriz? Mesela hırsızlık, tecavüz, cinayet… Ya da diyelim ki zor durumdayız ve sadece yiyecek çalıyoruz. Yüzüğü çıkardıktan sonra bundan pişman olmalı mıyız? Ya da muhtemel “enayi” damgası yiyecek olmamıza rağmen hiçbir şekilde daha önce davrandığımızın aksine hiçbir davranış sergilemiyoruz. Bunu kendi hür irademizle mi yapıyoruz yoksa otoritenin yokluğunda bile ondan öğrendiklerimiz bizim eylemlerimize şekil veriyor?
Son durumda otoritenin yokluğunun Sineklerin Tanrısı'ndaki gibi yokluğunun kademe kademe fark edilmesiyle davranışlarda farklılaşma meydana geliyorsa önceden gerçekleştirilen eylemlerin hür iradeye değil dışarıdan bir engellenmeye bağlı olduğu anlaşılabilir. Otorite olmadan da “iyi” addedilen davranışlara devam ediliyorsa o zaman bir seçimden söz edilebilir belki. Ama bu kişi zaten özgür seçimler yapıyorsa Milgram'ın deneyine katıldığında itiraz edenler arasında bulunması da muhtemel olacaktır.
Otorite insanları öylece başıboş bırakmaz
İnsanların büyük bir kısmının tercih edeceği ilk yönelimde aslında bizi şaşırtan bir şey yok. Kötü biri ya da kötülüğün ağır bastığı birisi bunu zaten bir yüzük takmaya gereksinim duymaksızın gerçekleştirecektir. Yüzük takınca o zamana kadarki engellemelerinden kurtulan “iyi” varsayılan insanların suça, ahlaksızlığa yönelmesi de bir açıdan normal. O zamana kadar bir toplum içinde yaşadığı için onun kurallarına ve kurumlarına itaat etmek durumundayken yüzüğü takıp “bağımsız” bir birey olarak hareket etmeye başladığında insan, elbet farklı davranacaktır. Bu durumda yaptıklarına iyi veya kötü demek de belki yanlış olur. Kime ve neye göre? (Ayrıca otoritenin yokluğuna alışıldıktan sonra olumsuz addedilen davranışlarda azalma da yaşanabilir, belki de yeni bir otorite oluşturulur.)

Otorite ve iktidar deyince biraz Foucault'ya da değinmeden olmaz. Foucault, iktidarı salt kötü olarak değerlendirmez. Ona göre, bireyler özgürlüklerini halihazırda bulunan iktidar içerisinde tanımlarlar. Bu da “normalleştirilmiş” olduklarını gösterir. “Normalleştirme: iktidarın, bireyleri doğruluk oyununa sokarak normal olmayan olarak görülen bireyleri toplumun geneline uydurma işlemidir.” Yani bireyler mevcut otoriteyi kabul ederler, kendilerini ona göre şekillendirirler, sonra da otorite içindeki sınırlı özgürlüklerini sürdürmeye devam ederler. Ancak otorite insanları öylece başıboş bırakmaz. Bir çeşit cezalandırma (ve ödüllendirme) sistemi koyar. Bununla normalin dışına çıkmaya yeltenen bireyleri genelin içine çeker ya da o bireylerden ibret yoluyla diğer bireylerin çizgiyi aşmamasını sağlar. Milgram'ın deneyinde otoriteyi sorgusuz sualsiz kabul eden bireyler için cezalandırma gerekmemiştir bile. Sineklerin Tanrısı'nda otorite kalkınca çocuklar “özlerine dönmüş” ama kendi içlerinde biri iyi diğeri kötü sayılabilecek iki otorite oluşturmuşlardır yeniden. Bisiklet Hırsızları'nda baba İkinci Dünya Savaşı'nın İtalya'da yarattığı otorite boşluğunun mağdurudur; birisi onun bisikletini çalar, o da bir başkasınınkini.
Farklı insanlar, farklı engellenmeler, farklı sonuçlar
Hegel bireysel özgürlüklerin Geist'ın (ruh, zamanın ruhu) tecelli ettiği devlete bireysel özgürlüklerin tesliminin mutlak özgürlük için gerekli olduğunu savunur. Ona göre, otoritenin olmadığı durumlarda insanlar daha özgür değillerdir. Yani insan otoriteye muhtaç mıdır? (Sonradan yerleştiği adada oranın yerlisi Cuma'yı hizmetlisi yapmasını saymazsak) Robinson Crusoe gibi yaşamak mümkün değil midir? Unutmamak gerekir ki Robinson tek başınadır. Günümüzde bu neredeyse ütopik bir deneyimdir. Toplu halde yaşamak, toplum mudur otoriteyi meydana getiren?
Otoriteyi sorgulamayanlardan ziyade sorgulayanları açıklamak daha zor gibi. Otorite mevcutken ve kendini hissettirirken bunu bazıları, mesela Samwise Gamgee gibi, nasıl reddedebilir? Hegel, bu insanların aslında Geist'ı içselleştiremediklerini, o yüzden özgür olamadıklarını savunur. Yani bir nevi birey kaynaklı bir sorundur. Platon'un Devlet'indeyse böyle bir karşı çıkıştan yöneticilerin Formları (kısaca fiziksel dünyanın dışındaki mutlak değerler demekte sakınca yoktur umarım) iyi uygulayamamasını sorumlu tutar. Karşı çıkanları doğrudan (en azından birey bazında) haklı bulmaz ama öte yandan neredeyse öyle bir yönetimin buna müstahak olduğunu anlatarak bunu meşrulaştırır. Belki de sonuç olarak şu savunulabilir: Doğduğumuz andan itibaren bir otoriteye maruz kalırız; ancak bu, (karşı çıkanların haklı ya da haksız olması bir yana) onun hiç sorgulanmayacağı anlamına gelmez. Yüzüklerin Efendisi'nde sıkça değinilen ama Gyges'in hikâyesinin bittiği yerden erişilemeyen bir de soru düşüyor insanın aklına: Platon'un şikâyet ettiği türden bir yönetime karşı gelen birisi, genelin durumunu düzeltmek için yüzüğü şahsi çıkarları dışında kullanamaz mı?
İnsanlık tarihi boyunca cevabı tam olarak bulunamamış bir sorunun yanıtını bu kısa yazıda da bulmak pek mümkün değil. Zaten ilerledikçe yanıtlardan çok, sorular artıyor. En azından fikir sahibi olabildiğimiz bazı hususlar var. Her insanın doğası birbirinin aynısı değil, daha doğrusu sırf iyi ya da sırf kötü insanlar muhtemelen yok. Aynı durumlar farklı insanların farklı davranışlarına yol açıyor. Bu farklı doğadaki insanlar birleşip toplumu meydana getirdiklerinde insan doğasının boyutu değişiyor. Toplumun getirdiği maddi ve manevi yaptırımlar, dışsal bir otorite doğduğu andan itibaren insan doğasına şekil veriyor. Farklı insanlar, farklı engellenmeler, farklı sonuçlar. Aslında neyin insan doğası, neyin sonradan öğrenilmiş olduğunu belki de hiç ayırt edemeyeceğiz. Tabii bir Görünmezlik Yüzüğümüz olmazsa…
"Görünmezlik Yüzüğü"
Yazar: Tuğçe Ayteş
Kaynak: Mavi Melek Resimli Edebiyat Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder