BİLİM VE DİN
Din olmaksızın bilim topal, bilim olmaksızın din kördür.
ALBERT EINSTEIN
Bilim ve din, bilim ve din, bilim ve din. Eğer insanlar yeterince duyarlı olsaydı, bilim ve din arasındaki ilişki aslında insanları çıldırtabilirdi. Çünkü bilimle din arasındaki ilişki sadece, filozoflar açısından can sıkıcı dikenler olmayı sürdüren şu kahredici ikililerden biri olmaya mahkûmdur -zihin ve beden, bilinç ve madde, gerçek ve değer. Öte yandan, hem bilim (ya da bir tür teknik-ampirik bilgi) hem de din (ya da bir tür anlam, değer, aşkın amaç ya da her zaman el altında olma) sıradan erkekleri ve kadınları her zaman özgürce kendine çekmiştir. Yine de, onların birbirine nasıl bağdaştırılacağına gelince, Shakespeare'in dediği gibi, "Ah, ve işte pürüz".
Bir şey kesindir: Gerçek entegral bakış ya da Her Şeyin Teorisi (H.Ş.T.), bilim ve din ilişkisini şöyle ya da böyle uzlaştırmalıdır.
Birçok kitabımda bu hassas konuyu özellikle ele aldım*. Bu kitapların, tipik bilim ve spiritüellik tartışmalarında duyulmayan görüşleri (aşağıda özetleyeceğim görüşler) geliştirdiğine inanıyorum. Bu görüşlerin büyük ölçüde göz ardı edilmeye devam edileceğinden de kuşkulanıyorum, çünkü onlar, basit olarak Ruh konusundaki görüşleri değil, doğrudan Ruh deneyimini savunuyor. Başka bir deyişle, doğrudan düşünceyi ve deneyimsel spiritüelliği bu tartışmaya dahil etmeye çalışıyorum, oysa bu konudaki yazarların birçoğu sadece söz konusu felsefi ya da bilimsel görüşleri tartışmak istiyorlar: Doğrudan deneyimleri değil, soyutlamaları... Sanki bir grup bilim adamı Hawai'nin kumsallarını tartışıyor ve Hawai'ye gidip bakacakları yerde, bir sürü coğrafya kitabını alıp araştırma yapıyorlar. Araziyi değil, haritaları inceliyorlar, bu bana her zaman oldukça tuhaf gelmiştir.
Tabii ki, ikisinin de yeri var - doğrudan spirituel deneyim ve bu deneyimlerin daha doğru haritaları ve modelleri. Ve tabii ki, Her Şeyin Teorisi'nde ikisi de dönüm noktası olacak kadar önemli. Bakalım.
Şekil 4-1
Varolmanın Büyük Yuvası.
Huston Smith'in izniyle uyarlanmıştır, Forgotten Truth: The Common Vision of the World's Religions (Unutulan Gerçek: Dünya Dinlerinin Ortak Görüşü), (San Francisco: HarperSanFrancisco, 1992, s. 62)
Bilim ve Dinin ilişkisi
Çok sayıda bilim adamı bilim ve din arasındaki ilişkiyle ilgili olarak edinilen tipik duruşları sınıflamıştır. Bu sınıflama şemalarının hepsi, bilim ve din arasındaki savaştan, barış içinde birlikte varolmaya, karşılıklı etkiye ve alışverişe, girişilen entegrasyona kadar giden, temelde birbirine çok benzeyen şemalardır.
Örneğin; Ian Barbour, şunları belirtir: (1) Çekişme: Bilim ve din birbirleriyle savaşır; biri doğru, diğeri yanlıştır ve bu, budur. (2) Bağımsızlık: Her ikisi de "gerçek" olabilir, ama temelde onların gerçekleri, aralarında çok az bir temas bulunan farklı âlemlere göndermede bulunur. (3) Diyalog: Hem bilim, hem de din karşılıklı bir diyalogdan yarar sağlayabilir, burada her birinin farklı gerçekleri bir diğerini zenginleştirebilir. (4) Entegrasyon: Hem bilim, hem de din "büyük bir resmin" birer parçasıdır, bu resim onların birbirlerine katkılarını tam olarak entegre eder*.
Eugenie Scott, şunları belirtir: (1) Savaş: Bilim, dini ya da din, bilimi koz olarak oynar; kaybedene ölüm. (2) Ayrı âlemler: Bilim doğal gerçekleri, din spiritüel olayları ele alır; onlar ne çekişir, ne de uyum içine girer. (3) Uzlaşma: Din, bilimden tamamıyla vazgeçmez, yeniden yorumlamak için ondan yararlanır, bilimin gerçekleriyle uzlaşır, dinin özü teolojik inançlardır; tek yönlü cadde. (4) Taahhüt: Hem bilim, hem de din, eşit ortaklar olarak birbirini etkileyip birbiriyle uzlaşır; çift yönlü yol*.
The Marriage of Sense and Soul'da (Duyu ile Ruhun Evliliği) en yaygın duruşları benim nasıl sınıfladığımı yazdım; işte kısa bir özet:
1 - Bilim dini yadsır: Richard Dawkins, Francis Crick ve Steven Pinker gibi düşünürlerin temsil ettikleri günümüzün bilim adamları arasında bu hâlâ en yaygın duruşlardan biridir. Din, ister geçmişten gelen bir batıl inanç kalıntısı ya da en iyisinden, doğanın türleri üretmek için yararlandığı hayatta kalabilmiş sahte bir unsur olsun saf ve basittir.
2 - Din bilimi yadsır: Tipik fundamentalist yanıt, bilimin çökmüş dünyanın bir parçası olduğu ve bu nedenle gerçek doğruya asla ulaşamadığıdır. Tanrı, dünyayı -ve bütün fosil kayıtlarını- altı günde yarattı ve bu, budur. Kutsal Kitap kelimesi kelimesine doğrudur ve bilim aynı görüşte değilse kendi adına çok kötü olur.
3 - Bilim ve din varoluşun farklı âlemleriyle ilgilenir, bu nedenle de barış içinde birlikte var olabilir. Bu, en karmaşık duruşlardan bindir, biri güçlü, biri zayıf olmak üzere iki çeşitlemesi vardır:
Güçlü çeşitleme: Epistemolojik çoğulculuk; realitenin (madde, beden, zihin, can ve ruh gibi) çeşitli boyutlardan ve âlemlerden oluştuğunu, din çoğunlukla canın ve ruhun daha yüksek âlemleriyle ilgilenirken, bilginin çoğunlukla madde ve bedenin daha aşağı âlemleriyle ilgilendiğini öne sürer. Hem bilim, hem de din, bir olayda, her ikisine de bol bol yer veren "büyük resmin" eşit birer parçasıdır ve onların birbirlerine katkısı bu büyük resimde entegre duruma getirilebilir. Geleneksel Varoluşun Büyük Zinciri bu kategoriye girer (Bkz. Şek. 4-3) Bu genel bakışa benzeyen şeyin temsilcilerine Plotinus, Kant, Schelling, Coomaraswamy, Whitehead, Frithjof Schun, Huston Smith ve Ian Barbour dahildir.
Güçsüz çeşitlemesi: NOMA ("Ortüşmeyen Uzmanlıklar") -bilimin ve dinin farklı âlemleri ele aldığı ama bu âlemler temelde karşılaştırılamaz olduğundan, büyük bir resme entegre edilemediği yolundaki görüş için Stephan Jay Gould'un kullandığı terim. İkisine de büyük saygı gösterilir ama onlar tam olarak entegre edilemez. Bir tür Ruh'a inandıklarını açıkça söyleyen ama bunun bilimle fiilen nasıl bağdaşacağını zihinlerinde canlandıramayan birçok bilim adamı arasında bu çok yaygın bir duruştur, böylece onlar Sezar'ın olanı Sezar'a, artanı da Tanrı'ya verirler.
4 - Bilim, Ruh'un var olduğuna dair argümanlar sunar. Bu duruş, birçok bilimsel gerçeğin ve buluşun doğrudan spiritüel realitelere işaret ettiğini öne sürer, bu durumda bilim Tanrı'yı/Tanrıça'yı doğrudan açıklamamıza yardım eder. Örneğin; Büyük Patlama bir tür Yaratıcı ilkeyi gerektirir; evrim zeki bir tasarımı izler; insanla ilişkili ilke kozmik evrimin arkasında bir tür yaratıcı zekânın olduğuna işaret eder vb. Bu, dini zenginleştirmek için bilimden yararlanılan ama genelde tersinin olmadığı, Scott'un tek yönlü cadde uzlaştırmasının benzeridir. "Doğanın teolojisine" karşıt olarak, Barbour'un "doğal teoloji" dediğine de benzer (ilkinde doğayı spiritüel terimlerle yorumlamak için açıklığa kavuşturulmuş bir Ruh'tan yararlanılır; ikincisinde, çok sayıda eko-filozofta olduğu gibi, Ruh doğanın doğrudan okunmasında bulunur. Barbour 3'ncü kategorinin bir parçası olan birinciden yanadır). Bu, bu konuya çok yaygın bir yaklaşımdır, belki de "gizemciliği kanıtlayan ya da destekleyen yeni bilimsel paradigma" konusunu işleyen popüler yazarlar arasında en yaygın olan yaklaşımdır.
5 - Bilim, dünyaya dair bilgi değildir, ancak dünyanın yorumlanmasıdır ve bu nedenle, sanatla ve şiirle aynı derecede -ne az, ne de çok- geçerlidir. Kuşkusuz bu, tipik "postmodern" duruştur. Bir önceki yaklaşım, bilim ve din konusunda yazan yazarlar arasında çok yaygınken, bu yaklaşım herhangi bir entegrasyon oluşturmaya değil, başka birinin bu konuda söylemesi gereken, değeri olan bir şeyi parçalamaya çalışan akademi ve kültür dünyalarının seçkinleri arasında yaygındır. Postmodernistler tarafından ortaya atılan gerçekten önemli bazı konular vardır ve ben, bu noktaları daha entegral bir bakışa bütünüyle dahil etmeye çalışmaktayım*. Ama kendi düzeneklerine bırakılmış postmodernizm bir çıkmaz sokaktır [bkz. Boomeritis (Narsisizm Enfeksiyonu Bulaşmış Çoğulculuk)].
Artık bu tür sınıflamalar yapan birçok teorisyen, bunlar bütün temellerin, el altında bulunan her şeyin özetini içerdiği için mutludurlar. Her şeyin bir özeti olan bu sınıflamanın işe yaramadığını öne sürüyorum. Bu listelerin hepsi -Barbour'unkinden benimkine kadar- temelde başarıların değil, başarısızlıkların birer listesidir. Daha doğrusu, bu yaklaşımların bazısı (özellikle 3,4 ve 5) gerçek bir entegral bakış olabilen şeyin anahtar bileşenlerini ortaya koymaktadır ama bu yaklaşımların hiçbiri, entegratif masaya tam olarak yatırılması gerektiğini düşündüğüm dinin çekirdeğini yeterince kapsamamaktadır, yani: Doğrudan spiritüel deneyimi... Ve (Barbour gibi) bazı teorisyenlerin en azından spiritüel deneyimi kabul ettikleri yerde*, bu devrimler bir arada ele alındığında bilimin ve dinin şimdiye kadar önerilenlerden çok daha görülmeye değer şekilde bir entegrasyonuna işaret eder.
Bu daha entegral bakışı "bütün kadranlar, bütün düzeyler" olarak özetledim, şimdi bunların bilime ve spiritüelliğe uygulanmalarının belli başlı noktalarının kısaca anahatlarını vereceğim.
Şekil 4-2
Çeşitli Geleneklerde Büyük Yuva.
(Grafik tasarım için Brad Reynolds'a teşekkürler.)
Örtüşmeyen Uzmanlıklar
Stephan Jay Gould'un yaklaşımıyla başlayalım: hem din, hem de bilim önemlidir ama farklı ve örtüşmeyen âlemlere aittir. Bu, hem çok sayıda bilim adamı, hem de çok sayıda din uzmanının öne sürdüğü bir görüştür. Gould, şunları açıklar: "Bilim ve din arasında çekişmenin eksikliği (Gould, 3'ncü duruşu, güçsüz çeşitlemeyi öne sürüyor), onların uzmanlık alanlarının birbiriyle örtüşmesindeki eksiklikten kaynaklanır - evrenin ampirik oluşumunda bilim ve uygun etik değerlerin ve hayatımızda spiritüel anlam arayışında din*." Kuşkusuz Gould bilimin ve dinin her zaman "birbirine karşı çarpıştığını", bu sürtüşmenin çok ilginç bir ışık ve çoğunlukla da hoş olmayan bir hararet ortaya çıkardığını kabul eder. Ama sonuç olarak onlar ne çekişir, ne de aralarında uzlaşır, çünkü onlar elmalarla portakallardır.
Bu görüşü öne sürmek için Gould doğa ile insan arasında oldukça katı bir ikicilik yaratmıştır: "Doğa" (bilimin açıkladığı) gerçeklerin âlemi, "insan" (dinin açıkladığı) değerlerin ve anlamların âlemi olacaktır. "Doğa, bizim etik söylemimizin nihai ve uygun olmayan terimlerinde gerçekten 'acımasız' ve 'kayıtsız' olabilir -çünkü (metaforik olarak söylersek) doğa bizim için varolmamıştır, bizim geldiğimizi bilmez ve bize aldırış etmez." Görünüşte, Gould'a göre insanlar doğanın tam olarak birer parçası değildir; eğer öyle olsaydık, o zaman insan, doğanın yaptığı bir şey olurdu. Ama doğa bize aldırış etmez, çünkü "biz" (ya da dinle/etikle ilgilenen parçamız) ve (kaba gerçekten meydana gelen, değeri olmayan) "doğa" örtüşmeyen iki âlemdir. "Ben, bu duruma baskıcı değil, özgürleştirici diye bakıyorum, çünkü o zaman biz, kendi terimlerimizle, doğanın keyfine tabi olmanın uzağında ahlaki bir söylemi yürütecek kapasiteyi kazanırız - ve hiçbir şey daha önemli olamaz*."
Bu iki âlemi iz bırakmadan birlikte dokuyan, bir tür daha büyük bir resmi bulma girişimine sürükleyen, birçok formuyla bu kaba saba ikiciliktir -gerçekler ve değerler, doğa ve insan, bilim ve din, ampirik ve spirituel, dış ve iç, nesnel ve öznel- ve bu kaba saba ikicilik, bunların sonsuza kadar caddenin farklı yanlarında işe yaramaya mahkûm olduğunu iddia etmez.
Bu, çok güç ve çapraşık bir sorundur. Teolojinin ikiciliğe verdiği standart yanıt olan "spiritüele karşı ampirik", ampirik dünyayı Ruh'un yarattığını ve bu nedenle bu anlamda birbirleriyle ilişkileri olduğunu iddia etmektir. Tanrı ile uzlaşabilirsek (ve kötülüğü engelleyebilirsek) o zaman kurtuluruz; Tanrı'dan saparsak (ve kötülüğe teşebbüs edersek) lanetleniriz. Ama o zaman da eş derecede standart bir sorun vardır: Dünyayı Tanrı yarattıysa ve dünyada kötülük varsa, o zaman kötülüğü Tanrı yaratmadı mı? Öyleyse kötülükten Tanrı sorumlu değil mi? Peki, neden ben suçlanıyorum? Ürün kırılırsa kusur üreticiye kadar gider (Ampirik ile spirituel arasındaki ilişkiyi, her şeye rağmen çözmek kolay değil gibi görünüyor).
Eko-spiritüellik teorisyenleri de daha iyi değillerdir. Onlar doğayı yaratan, aşkın, öteki dünyanın işlerine dalmış Tanrı'nın yerine, yalnızca her yerde var olan, bu dünyayla ilişkili bir Tanrı/Tanrıça postulatını ortaya atarlar, yani doğanın ve doğanın evrimsel açılımını. Eğer dünyayla uzlaşırsak, kurtarılırız; eğer doğadan saparsak mahkûm ediliriz. Ama o zaman yine aynı sorun: Eğer doğa (evrim yoluyla) insanları yarattıysa ve insanlar ozon deliğini yarattılarsa, o zaman ozon deliğini doğa yaratmadı mı? Eğer böyle değilse, o zaman doğanın parçası olmayan bir bölüm insan vardır ve bu nedenle doğa varolmanın nihai zemini olamaz. Doğa gerçek bir Tanrı, Tanrıça ya da Ruh olamaz -çünkü doğanın her şeyi kapsamadığı açıktır, bu nedenle o, daha büyük bir pastanın daha küçük bir dilimi olmalıdır. Eğer öyleyse Büyük Pasta tam olarak nedir? Ve bir kez daha, biz doğa ile insan arasındaki ikiciliği gerçekte nasıl iyileştireceğiz?
Birçok geleneksel teorisyen -Plotinus'tan Huston Smith'e, Seyyed Nasr'a kadar- bu güçlükleri Var Olanın Büyük Zinciri'ne (3'ncü kategori duruşu, güçlü çeşitleme) başvurarak ele almaya çalışır. Buradaki görüş, aslında (madde ve ruh gibi) katı biçimde ayrılmış iki âlemin olmadığı, birbirini sonsuzca gölgeleyen en azından dört ya da beş âlemin (madde, beden, zihin, can ve ruh) olduğudur. En üstteki âlem, diğer bütün âlemlerin ikici olmayan zeminidir, bu nedenle nihai ruh sonu olmayan ikiciliklerin acısını çeker. Bununla beraber, ruh yaratılışa adım atarken çeşitli ikiliklere neden olur, bunlar görünür âlemde kaçınılmaz olsa bile, ruhun nihai ya da ikicili olmayan gerçekleşmesinde iyileşebilir ve bütünlenebilir.
The Marriage of Sense and Soul’da (Duyu ile Ruhun Evliliği) açıkladığım üzere, bilim ve din arasındaki ilişki konulu bütün bu tipik duruşlardan en çok buna (geleneksel Büyük Zincir) sempati duyuyorum. Bununla beraber, bu kitapta işaret ettiğim gibi, Büyük Zincir'in geleneksel sunumunda bir dizi ciddi sınırlamalar vardır, bu sınırlamaların birçoğu, Gould'unki gibi daha basit ikici modellerin karşılaştıklarından hiç de farklı değil*. Gelenekselden yana olanlar için, günümüzün postulatında iki yerine, örtüşmeyen dört ya da beş uzmanlık vardır, hatta bu farklı uzmanlıklara (Büyük Zincir'in farklı düzeyleri) çoğunlukla birbirini sarmalayan yuvalar olarak bakılır, sorun yine de çözülmez: spiritüellik gibi daha yüksek âlemlerin, madde gibi daha aşağı âlemlerle ilişkisi tam olarak nedir? - özellikle de şu anlamda: Bilim gerçekten de sadece daha aşağı âlemlere mi (madde ve beden) ayrılmıştır, bu nedenle, daha yüksek âlemler (can ve ruh) hakkında bize söyleyecek az şeyi mi vardır yoksa hiçbir şeyi yok mudur? Bilim ve din arasındaki ilişki beş katlı bir bina ilişkisi midir? Bilim bize alttaki iki kat, din ise üstteki iki kat hakkındaki her şeyi mi anlatmaktadır? Bu tartışmaya -Huston Smith'ten Ian Barbour'a, Stephan Jay Gould'a kadar- en saygın yanıtların hepsi bu konudaki çeşitlemelerdir (3'ncü kategori, güçlü ya da güçsüz).
Ama bize bir katını bilimin ve diğerini dinin anlatacağına, her ikisi de bize tek tek bütün katlar hakkında farklı şeyler anlatsaydı? Ya bilim ve din bir binanın katları değil, bir malikânenin birbirine eşit sütunları olarak birbirleriyle ilişkili olsaydı? Biri diğerinin üzerinde değil, yolun yukarısına ve aşağısına doğru her biri diğerinin yanında? O zaman ne olurdu?
Evet, hiç değilse bu yaklaşım, şimdiye kadar denenmemiştir. Diğerlerinde eksiklikler olduğundan bu incelenmeye değebilir.
Şekil 4-3
Büyük Holarşi.
Ruh hem en yüksek düzey (kozal) hem de bütün düzeylerin ikili olmayan Zemini'dir.
Gizemcinin Beyni
Basit bir örnekle başlayalım. Meditasyon yapan biri EEG makinesine bağlıdır. Bu kişi derin bir düşünsel duruma girdiğinde EEG makinesi, yanılmaya yer bırakmayacak şekilde, (genellikle sadece rüya görülmeyen derin uykuda meydana gelen delta dalgalarının üretimi gibi) bir dizi yeni beyin dalgası grubunu gösterir. Üstelik meditasyon yapan kişi, bu delta durumunu doğrudan deneyimlerken, en çok "spirituel" kelimesine uygun düşen deneyimler yaşadığını öne sürer; bilincinin arttığını hisseder, sevgisinde ve sevecenliğinde bir artış, hem kendinde, hem de dünyanın genelinde kutsal ve saygı uyandıran bir şeyle karşılaşma duygusunu deneyimler. Meditasyonda bu duruma giren becerikli diğer kişilerde beyin dalgasının aynı nesnel grupları görülür ve bu kişiler spirituel deneyimin aynı öznel durumlarını anlatırlar. Buna ne anlam vereceğiz?
Yukarıdaki senaryoya benzeyen bir şeyin sık sık meydana geldiğine işaret eden önemli sayıda araştırma zaten vardır*. Argümanın hatırına, bu senaryonun genellikle doğru olduğunu varsayalım. Her şeyden önce bu, çoğunlukla "örtüşmeyen uzmanlıklar" diye düşünülen bilim ve din âlemlerinin aslında deli gibi örtüştüklerini hemen gösterir.
Standart NOMA argümanı (hem güçlü, hem de güçsüz biçimleriyle 3'ncü kategori), eğer değerler ve gerçekler bir anlamda ayrı âlemlerse, kişi öznel değerler deneyimlediğinde, bu değerlerin beyinde tam anlamıyla karşılıklı nesnel ilişkileri olmasına tepeden bakar. Kesinlikle bu, değerlerin beyin durumlarına ya da spirituel deneyimlerin doğal olaylara indirgenebildiği anlamına gelmez. Bu, spirituel realitelerin (dinsel uzmanlık) ve ampirik realitelerin (bilimsel uzmanlık), bu tartışmada düşünüldüğü gibi tipik çözümler şeklinde bölmelere ayrılmadığı anlamına gelir.
Bir entegral model -yani bütün kadranlar, bütün düzeyler- çabası bir çerçeve oluşturur, dilerseniz bu "gerçekleri" çerçevenin içine yerleştirebilirsiniz. Yani hem içteki realiteler hem dıştaki realiteler, hem "spirituel" deneyimler hem "bilimsel" deneyimler, hem öznel realiteler hem nesnel realiteler... Bu, geleneksel Varolmanın ve Bilmenin Büyük Zincirine -maddeden bedene, zihne, cana, ruha- geniş yer verir ama bu realiteleri de kesin ve saptanabilir tarzda ampirik gerçekler haline getirir.
Şekil 4-4
Dört Kadran.
Bütün Kadranlar, Bütün Düzeyler
Bir öngörüş olarak, olası bir Her Şeyin Teorisi'nde hem modern bilimi hem de geleneksel dini kapsayan bu entegral yaklaşımın anahatlarını belirtmek için basit birkaç çizimden yararlanalım.
Şekil 4-1 bedenden zihne, cana, ruha kadar giden Var Olmanın Büyük Zinciri'dir. Temelde Şekil 3-3 ve 3-4 ile aynıdır. Çünkü her düzey bir öncekini aşar ama kendinden sonra gelenleri de içerir, şeklin öne sürdüğü üzere gerçekten de bu Var Olmanın Büyük Yuvası'dır. Bu Büyük Yuva şekli Huston Smith'in Forgotten Truth: The Common Vision of the World’s Religions (Unutulan Hakikat: Dünya Dinlerinin Ortak Görüşü) kitabından alınmıştır. Kanıtlandığı üzere Huston Smith, dünya dinleri konusunda yaşayan en büyük otoritedir ve Forgotten Truth'ta dünyanın büyük bilgelik geleneklerinin paylaştığı temel benzerlikleri özetler. Şekil 4-1 büyük dinsel sistemlerin hepsinin beden, zihin, can ve ruhun bir tür çeşitlemesini kabul ettiğinin basit bir ifadesidir. Bu, fiilen dünyanın her yerinde bulunan geleneksel dinsel dünya görüşünün basit, harika bir özetidir. Yine Smith'in rehberliğinde hazırlanan Şekil 4-2 de bunun birçok örneğini verir.
Şekil 4-1 ve 4-2 sadece dört düzeyi gösterir ama birçok gelenekte daha zengin, daha ayrıntılı haritalar da vardır. Bazı geleneklerde beş, bazılarında yedi (çakralarda olduğu gibi [bkz. 6. Bölüm]), bazılarında düzinelerce düzey vardır. Şekil 3-2'de on bir düzeyin (Spiral Dinamik'ten sekiz artı daha yüksek olan üç düzey) haritasını verdim. Gerçek sayı, realitenin birçok düzeyden ya da var olma ve bilme dalgasından meydana geldiğini anlamaktan daha az önemlidir.
Şekil 4-3'te, Büyük Yuva'nın basit bir şemasını sundum, onun Büyük Holarşi olduğunu vurguladım. Bu geleneksel görüşe göre, bilimin (yani fizik, biyoloji, psikoloji) gerçekten de daha alt, dinin (teoloji, gizemcilik) üst katlarda olduğuna dikkat edin. (Gördüğümüz gibi, spiritüelliğe sempati duyanlar arasında belki de en etkili duruş olan 3. kategorinin temeli budur.) Ama bu geleneksel Büyük Zincir'e "öbür dünyadaki" varlıklar bilimini de katmıştır; daha üst katların birçoğu kelimenin tam anlamıyla "bu dünyanın dışındaydı" ve şayet varsa, maddi âlemle birkaç temas noktası vardı. (Daha belirgin olarak, D ve E işaretli olaylar sınıfının A ve B ile fiilen doğrudan bir bağlantısı yoktu; bu nedenle "öbür dünyayla ilişkilidir".)
Modern bilimin ilerlemesi, bu geleneksel anlayışa çok sayıda öldürücü darbe indirmiştir. Örneğin; modern araştırmalar bilincin (yani zihnin), sadece akıl ile kavranan aşkın bir şey olmanın tam tersine aslında organik, maddi beyne birçok şekilde bağlı olduğunu açıkça göstermiştir - hatta öyle ki, birçok modern bilim adamı bilinci sadece nöron sistemlerinin bir oyununa indirgeyiverir. Ama bilincin, birçok dinsel geleneğin imgelediği bedenden ayrılmış özden çok uzak olduğunu anlamak için bilimsel materyalizmin izinden gitmemiz gerekmez. Çok düşük düzeyinde bilinç, beynin biyolojik maddesi ve ampirik organizma ile yakın ilişki içindedir, bu nedenle, aralarındaki ilişki ne olursa olsun bilim ve din "örtüşmeyen uzmanlıklar" değildir.
Aslında (özellikle 18. yüzyılda) modern bilimin ilerlemesi, "modernlik" olarak tanımlanan bütün bir olaylar dizisinin bir parçasıydı. Ama bu olayların hepsi Max Weber'in "kültür değerleri kürelerinin farklılaşması" görüşüyle özetlenebilir ("değerler küreleri" temelde sanata, ahlaka ve bilime göndermede bulunur.) Birçok modern-öncesi kültürlerin bu küreleri net olarak büyük ölçekte farklılaştırmadığı yerde, modernlik sanatı, ahlakı ve bilimi farklılaştırmıştır ve her birinin, birbirinin alanına girmeden ya da tecavüz etmeden kendi yolunu, kendi doğrusunu izlemesine izin vermiştir. (Örneğin; modern-öncesi Avrupa'da Galileo teleskopundan bakarak ne gördüğünü özgürce söyleyemiyordu, çünkü bilimin ve kilisenin dogması henüz birbirinden ayrılmamıştı. Modernlik bu küreleri farklılaştırdı ve her birine kendi yolunda gitme özgürlüğü verdi.) Sonuçta bilimsel bilgide görülmeye değer bir gelişme, sanatta birden esip kısa süren bir yeni yaklaşımlar rüzgârı, daha doğalcı bir ışıkta kavranan ahlaka destekli bir bakış ortaya çıktı - yani şimdi "modern" dediğimiz birçok şeyle sonuçlandı.
Bu "Üç Büyük" küre (sanat, ahlak ve bilim) temelde ben, biz ve o âlemlerine göndermede bulunur. Sanat estetik/ifadeci âleme, birinci kişi ya da "Ben" diliyle anlatılan öznel âleme göndermede bulunur. Ahlak etik/kurallar koyan âleme, ikinci kişi ya da "Biz" diliyle anlatılan özneler-arası âleme göndermede bulunur. Ve bilim dış/ampirik âleme (gerçekte iki âleme ayrılabilen -bireysel "o" ile kolektif "onun"), üçüncü kişi ya da "O" diliyle anlatılan nesnel âleme göndermede bulunur. Bu, bize belli başlı dört âlem armağan eder: Ben, biz, o ve onun. Bunun her birinin örneği, Şekil 4-4'te verilmektedir (terminoloji kitabın sonundaki notlarda ayrıntılı olarak anlatılmaktadır* - hiçbirini öğrenmek gerekmez!). Yine, bu kuru ve soyut anahatların hepsi daha sonraki sayfalarda somut örneklerle anlatılacaktır.
Şekil 4-4'te üstteki iki kadranın tekil ya da bireysel, alttaki iki kadranın çoğul ya da kolektif olduğuna dikkat edin. Sol yandaki iki kadran iç ya da öznel ve sağ yandaki iki kadran dış ya da nesneldir.
Düşünce, bütünüyle basittir. Örneğin; insanın karmaşık neo-korteksine bakın (Şek. 4-4'te 10). O dış, nesnel ve bilimsel terimlerle (çeşitli nöron dokuları, nöro-transmitterler ve organik yollardan meydana gelen beynin dış tabakasındaki bir dizi maddi girinti) anlatılabilir ve bu Sağ Üsttür. Ama insanları büyük maymunlardan ayıran karmaşık neo-korteks evrimleştiğinde insanlar, bejin iç miminden mor rengin bir iç mimine (büyü) ilerlediler (yani, sadece beynin nesnel yapısında değil, eski arkaik dünya görüşü büyüsel dünya görüşüne neden olurken, öznel bilinçte de bejden mor renge giden değişim). Bireyde (Sol Üst) ve kolektif durumda (Sol Alt) bu iç değişiklikler de şekilde gösterilmektedir. Sonuçta, dış (maddi ya da toplumsal) formlarıyla anlatıldığında ilk insanların kolektif grubu (hem Şek. 3-1’de, hem de 4-4'te görüldüğü üzere) hayatta kalmanın bej renkli zümresinden etnik kabileye doğru gitmiştir.
Artık bu tip (neo-korteksin yapısı, çeşitli toplum sistemleri hakkındaki bilimsel gerçekler, bilincin karşılaştırmalı mimleri, gelişme vb.) ayrıntıların hepsi, modern bilimsel araştırmayla büyük ölçüde aydınlığa çıkmıştır.
Bu durumda, Şekil 4-1 geleneksel, modern-öncesi ya da "dinsel" dünya görüşünün ve Şekil 4-4'te modern, farklılaşmış ya da "bilimsel" dünya görüşünün özetidir. Bir an onları basitçe birbirinin üzerine koyarak "entegre" edelim. Kuşkusuz bu, hiçbir yerde öyle kolay değildir ve bu entegrasyonun neleri kapsadığı konusunda diğer kitaplarımda kapsamlı açıklamalar yaptım*. Ama bu, giriş tarzında kısa bir genel bakış olduğundan, Şekil 4-5'te görüldüğü üzere, modern-öncesinin üzerine moderni koyalım. Şekil 4-5'teki (bedensel duyguların, zihinsel fikirlerin ve spirituel deneyimlerin) iç durumlarıyla (nesnel bilimin araştırdığı) maddi âlemler arasındaki ilişkiyi gösteren Şekil 4-6'ya da bakın.
Eğer Şek. 4-5 ve Şek. 4-6'da gösterilen kavramlar geçerliyse, o zaman modern-öncesi dinsel görüşle modern bilimsel görüşü entegre etmek için uzun bir yol kat etmiş olurduk. Varolmanın Büyük Yuvasını, modernliğin farklılaşmalarıyla entegre etmiş olurduk, bunun hızlı kazanımlardan biri, dinsel âlemin, bilimsel âlemin ve dünya görüşlerinin, hiçbirinin diğerinin kurallarını çiğnemediği ve iz yeri bırakmayan bir entegrasyonu olurdu. Bu entegral yaklaşım, daha önce henüz denenmediğini söylediğimiz bir ölçütü de karşılamış olacaktı, yani bilim (ya da dış realiteler) ve din (ya da iç realiteler), (Şek. 4-3'teki gibi) birbirinin üzerinde değil, (Şek. 4-5'te ve Şek. 4-6'da gösterildiği gibi; bütün kadranların Sol Yan ve Sağ Yanları olarak) yan yana gelişecekti. Böylece, Şekil 4-6 EEG makinesine bağlanmış meditasyon yapan kişinin usta işi senaryosunu kolayca açıklayabilir. O, çok gerçek içsel, öznel, spirituel gerçekler deneyimler (Sol Üst kadran) ama bunların, EEG makinesinin görev edinerek kaydettiği çok gerçek dışsal, nesnel ve ampirik ilişkileri de (Sağ Üst kadran) vardır. Böylece bilim ve din bize spirituel gerçeklerin birbiriyle ilişkili bazı yanlarını -içsel ve dışsal- gösterir ve bu, onların daha geniş, daha kapsamlı bir H.Ş.T.'de entegre olmalarındaki anahtar unsurdur.
Şekil 4-5
Dört Kadranlı Büyük Yuva.
İyi Bilim
Ampirik bilim adamı, 'bir dakika durun' der. Argümanı spirituel âlemlere yüklediğiniz fiili realite noktasına kadar izleyebiliyorum. Kabul edelim ki, meditasyon yapan kişiler bir şey deneyimlerler ama bu öznel bir duygu durumundan başka bir şey olmayabilir. Bunun, fiili realiteleri, gerçeklerle uğraşan bilimle aynı şekilde ele aldığını kim söyleyebilir?
İşte, The Marriage of Sense and Soul'a (Duyu ile Ruhun Evliliği) birkaç öykünün daha katıldığı yer burasıdır. Başlangıçta, "bilim" ve "dini" (ya da spiritüelliği) bu noktaya kadar tanımlamadım*. Bu terimleri basit olarak, birçok insanın onları kullandığı genel anlamda kullanmaktayım. Ama birçok kitapta "bilime" ve "dine" verilen farklı birçok anlamın anahatlarıru dikkatle çizdim (Örneğin; A Sociable God (Dost Bir Tanrı), "dinin" en yaygın ama birbirinden çarpıcı biçimde farklı dokuz anlamının ana hatlarını çizer). Bu "bilim ve din" tartışmalarının büyük bölümü tahrip edilmiş bir kargaşadır, çünkü düzinelerce farklı tanım, fark gözetilmeden kullanılmaktadır.
Örneğin; spiritüellik alanında en azından (ayrı benliğe anlam vermeyi ve onu teselli etmeyi isteyen, böylece egoyu güçlendiren) yatay ya da tercüme eden spiritüellik ile (ayrı benliği egonun çok dışında, ikili olmayan bir birlik bilincinde aşmayı isteyen) dikey ya da dönüştürücü spiritüelliği ayırt etmeye ihtiyacımız vardır. Basitçe buna "dar din" ve "geniş din" (ya da seçtiğiniz metafora göre sığ ve derin din) diyelim*.
Aynı şekilde bilimde de, dar ve geniş kavram arasında ayırım yapmaya ihtiyacımız vardır. Dar bilim, çoğunlukla dışsal, fiziksel ve duyusal-motor dünyasına dayandırılır. Bu fizik, kimya ve biyoloji gibi, bizim genelde "ağır bilimler" olarak düşündüğümüzdür. Ama bu, bilimin içsel alanlar hakkında bize hiçbir şey söyleyemediği anlamına gelir mi? Kuşkusuz, sadece kayaları ve ağaçları değil, insanı ve zihni anlamaya çalışan daha geniş bir bilim de var mıdır?
Evet, aslında bu tip daha geniş bilimleri kabul ediyoruz, bu bilimler sadece dışsal, fiziksel, duyusal-motor dünyaya kök salmamıştır, içsel duruşlar ve niteliksel araştırma yöntembilimleriyle ilgilenir. Bu daha geniş bilimlere "insan bilimleri" adını veriyoruz (Almanlar bunlara, "geist" bilimleri adını veriyor, "geist" zihin ya da ruh" anlamına geliyor). Psikoloji, sosyoloji, antropoloji, linguistik, anlambilim, bilişsel bilimler - bu "daha geniş bilimlerin" hepsi, insan bilincini araştırmak için genelde "bilimsel" bir yaklaşımdan yararlanmaya çalışır. Bu yaklaşımların, dar bilimlerin pozitifçi basitliğini taklit etmeye başlamaması için çok dikkatli olmalıyız. Ama benim görüşüme göre, dar bilimle geniş bilim arasındaki fark zaten geniş ölçüde kabul edilmektedir. (Buna birazdan geri döneceğiz ama Şek. 4-6'ya bakarsanız, Sağ Yandaki ya da maddi kadranları araştıranlar dar bilimler, Sol Yandaki kadranların en azından bazısını araştırmaya çalışanlar ise geniş bilimlerdir.)
Bu durumda, The Marriage of Sense and Soul geniş dinin ve geniş bilimin özelliklerinin neler olduğunu tanımlayan tartışma yöntemini ortaya koymaktadır. Geniş bilimle başlayalım.
Gördüğümüz gibi, bilimi (dar ya da geniş), bütün bilgisini duyusal-motor dünyanın üzerine dayandırdığını söyleyerek tanımlayamayız, çünkü dar bilim (yani fizik) bile matematik ve mantık gibi ampirik ya da duyusal-motor olmayan çok sayıda alet kullanır. Matematik ve mantık içsel realitelerdir (hiç kimse negatif birin kare kökünün ampirik dünyada dolaştığını görmemiştir).
Hayır, "bilim" daha çok kesin bir deney, dürüstlük ve işbirliğine dayanan araştırma tutumudur, yapabildiği her yerde bilgisini kanıta dayandırır (bu kanıt ister dar bilimlerde olduğu gibi dışsal, ister geniş bilimlerde olduğu gibi içsel olsun). Ortaya attığım aşağıdaki üç etken, dar ya da geniş olsun bilimsel araştırmayı genelinde tanımlamaya yöneliktir:
1 - Pratik talimat ya da örnekleme. Yağmurun yağıp yağmayacağını öğrenmek isterseniz pencereye gidip dışarı bakmalısınız. Buradaki nokta, "gerçeklerin" herkesi bekleyerek çevreye yayılmadığı ve görecek çeşitli "gerçeğin" var olduğudur. Bunu bilmek istiyorsanız, bunu yapmalısınız -deney, talimat, bir dizi pragmatik taahhüt, toplumsal uygulama: İyi bilimin birçok formunun arkasında bunlar yatar. Kuhn'un, süper-teori değil, örnekleme ya da fiili uygulama olan "paradigma" kavramının asıl anlamı budur.
2 - Kavrayış, aydınlatma ya da deneyim. Deney yaptığınızda ve talimatı izlediğinizde -dünyayla pragmatik olarak ilgilendiğinizde- o zaman, talimatın meydana çıkardığı bir dizi deneyim ve anlayışla tanışırsınız. Bu deneyimlere teknik olarak veri denir. William James'ın belirttiği gibi, "bilgi biriminin" ("datum") asıl anlamı, "elde hazır bulunan bilgi"dir*. Bu durumda, fiziksel deneyimler (ya da fiziksel veriler), zihinsel deneyimler (ya da zihinsel veriler) ve spiritüel deneyimler (ya da spiritüel veriler) elde edebilirsiniz. Bütün iyi bilimler -ister dar, ister geniş olsun- bir dereceye kadar veriye ya da deneyimlere dayanan verilere demir atar.
3 - Toplumsal sınama (reddetme ya da onaylama). Paradigmayla (ya da toplumsal uygulamayla) ilgilendiğimizde ve bir dizi deneyim ve kanıt (ya da veri) ortaya koyduğumuzda, talimatları bitirmiş ve kanıtları görmüş diğerleriyle de bu deneyimleri sınarsak, bunun yardımı olur. Yaşıtlar topluluğu -ya da ilk iki unsuru (talimat ve veri) yeterince tamamlayanlar- belki de mümkün olan en iyi sınamadır ve bütünüyle iyi bilim uygun bir toplumu onaylamaya ya da reddetmeye dönüştürmeye yöneliktir. Tahrip edilebilirlik ilkesinin çok yararlı olduğu yer de burasıdır. Sir Karl Popper'ın inandığı gibi, yanılabilirlik ölçütü kendi başına geçerli olmasa da, iyi bilimin genellikle iyi bir bileşenidir. Basit olarak buradaki görüş, kötü verinin uygun bir toplum tarafından reddedilebilmesidir. Eğer inanç sisteminize karşı çıkılmasının bir yolu yoksa o zaman doğru olmadığı çok belli olsa bile onu yerinden oynatmanın da yolu yoktur - ve bu nedenle, başka neye sahip olursanız olun inançlarınız çok bilimsel değildir (bunun yerine inançlarınız, "dogma" ya da sadece otoriter emirlerin desteklediği birer doğruluk iddiasıdır). Kuşkusuz, yanılabilirlik testine açık olmayan birçok realite vardır - örneğin; Descartes'ın bildiği üzere, kendi bilincinizi reddemezsiniz, hatta ondan kuşku duyamazsınız. Ama basit olarak bu üçüncü ölçüt, iyi bilimin bilgi iddialarını sürekli olarak onaylamaya (ya da reddetmeye) çalıştığını söyler ve yanılabilirlik ölçütü, çoğunlukla bu iyi bilimin üçüncü unsurunun bir parçası olarak kullanılır.
Şekil 4-6
İç (Bilinç) ve Dış (Maddi) Durumların Birbiriyle ilişkileri.
Derin Din
Bu üç ölçüt, ister dar ister geniş olsun iyi bilimin genel özellikleridir. Daha belirgin olarak bunlar, iyi bilimin herhangi bir alanda (fiziksel, zihinsel, spirituel) veri toplama ve geçerliliğini sınama yöntemlerinin özellikleridir. Bilimin birçok formu verinin nedenini açıklamak için hipotezler de geliştirir ve iyi bilimin üç unsuru daha ileri düzeyde uygulanarak bu hipotezler sınanır (daha çok deney, daha çok veri, bunların hipotezi onayladığına ya da reddettiğine bakmak). Kısaca, hem (verinin büyük ölçüde dışsal âlemlerden ya da Sağ Yandaki kadranlardan edinildiği) dar bilim, hem de (verinin büyük ölçüde içsel âlemlerden ya da Sol Yandaki kadranlardan edinildiği) geniş bilim, iyi bilim (ya da kanıt birikiminin ve doğrulamanın üç unsurunu izleyen bilim) olmaya çalışır.
O zaman, kısaca dine bakalım. Bilimde olduğu gibi, (ayrı benliği güçlendirmek isteyen) bir dar din ile (benliği aşmak isteyen) bir geniş ya da derin dinin olduğunu daha önce görmüştük. Ama derin din ya da derin spiritüellik nedir ve bunların doğruluğu nasıl kanıtlanır? Her şeyden önce iddia edilen, derin spiritüelliğin bir anlamda Kozmos hakkındaki gerçekleri ortaya koyduğu ve bunun sadece bir dizi nesnel duygusal durum olmadığıdır. Ve The Marriage of Sense and Soul burada radikal bir iddiada bulunur: Derin spiritüellik, insanın daha yüksek gelişim düzeylerini konu edinen geniş biliminin bir bölümünü içerir.
Şekil 3-1
İnsanlardaki Dört Kadranın Bazı Örnekleri (sol üst)
Entegral Açıklama
(Açıklayacağım gibi) derin spiritüelliğin bütün öyküsü bu değildir ama öykünün önemli bir bölümü, henüz yeterince dikkat edilmemiş bir bölümüdür. Geleneksel Varolmanın Büyük Zinciri olan Şekil 4-3'e bakarsanız maddeden bedene, zihne, cana, ruha genel bir açılım olduğunu fark edersiniz. Bunlar, (örneğin; Plotinus'ta) geleneksel olarak hem var olmanın ontolojik düzeyleri, hem de bireysel gelişimin kronolojik düzeyleri olarak kabul edilmiştir. Şekil 4-4'e bakarsanız gelişimin bireysel düzeylerinin bakış-mantık ve kentauros'ta (sarı/firuze rengi) durduğunu göreceksiniz. Şekil 4-4'ün daha yüksek, kişiler-arası, (can ve ruh gibi) bilincin zihin-ötesi dalgalarını içermemesinin nedeni, bu şeklin sadece bugüne kadar olan ortalama evrimi temsil etmesidir, bu nedenle şekilde (bireylerin bu daha yüksek dalgalarda kendi başlarına gelişmelerine rağmen) göz önüne serilen bilinci-aşan daha yüksek dalgalar görülmemektedir. Büyük bilgelik gelenekleri, gerçekten de bilinç gelişiminin daha yüksek evrelerinin olduğunu, bu nedenle de, sadece madde, beden ve zihne değil cana ve ruha da sahip olduğumuzu iddia eder. Bu daha yüksek dalgaları hem Şek. 4-5'te, hem de Şek. 4-6'da belirttim (Sadece Sol Üst kadran için olmasına rağmen daha önce Şekil 3-2'de de belirtmiştim - konu bütün bu düzeylerin dört kadranda da karşılıklı ilişkilerinin olmasıydı.)
Benim tezim, basit olarak şu: Derin spiritüellik, bilincin daha yüksek evrelerinin gelişiminde ortaya çıkan deneysel kanıtın doğrudan incelenmesini gerektirir. (Bu evrelere psişik, süptil, kozal ve ikili olmayan dedim -şekillerde basitçe "can" ve "ruh" olarak özetledim.) Bu derin spiritüel incelemeler bütün iyi bilimlerin (dar bilimlerin değil, iyi bilimlerin) üç unsurunu izler. Bu incelemeler, (düşünme gibi) belli toplumsal uygulamalara ya da talimatlara güvenir; iddialarını verilere ve deneysel kanıtlara dayandırır; uygun bir toplulukta bu verileri sürekli olarak geliştirip sınamasını yapar - onlara doğru olarak düşünce bilimleri diye göndermede bulunulur (ki, bu bilimler kendilerini kesinlikle böyle anlar).
Bu durumda, Şek. 4-3'e göndermede bulunursak, derin spiritüellik kısmen, D ve E diye sınıflanan bu olguların, verilerin ve deneyimlerin geniş bilimidir (Şek. 4-6'da D can olarak, E ruh olarak sınıflandırılmaktadır.) Ama Sol Üst kadrandaki can ve ruhun içsel verilerinin ve deneyimlerinin Sağ Üst kadrandaki duyusal-motor kanıtlarla (Bkz. Şek. 4-6) karşılıklı ilişkide olduklarına dikkat edin - burası, bu yaklaşımda yeni bir iddiadır. Başka bir deyişle, geniş bilimin incelediği Sol Üstün derin spiritüelliği, dar bilimin incelediği Sağ Üstle karşılıklı ilişki içindedir. Düşünce bilimleri ve olgubilim kapsamındaki bilimler (içselliğin geniş bilimleri) Sol Üstte doğrudan deneyime dayalı veriler için iyi bilimlerle ve Sağ Üstte birbiriyle ilişkili veriler için dar bilimlerle böylece el ele verebilir. (Daha yüksek âlemlerin -hem geniş, hem de dar- bilimsel yanlarının öykünün bütünü olmadığını, sürekli tepeden bakılan öykünün önemli birer bölümü olduğunu, bu konuya gerçek bir entegral yaklaşımın kuşkusuz önemli bileşenleri olduğunu tekrarlıyorum*.)
Bu durumda, "bütün kadranlar, bütün düzeyler" yaklaşımı, çok farklı cephelerdeki bilimle dini birbirine çok yakın tarzda entegre eder. Derin spiritüelliği geniş bilimle entegre eder, derin spiritüelliğin, insan potansiyelinin daha ötedeki erişimlerinin geniş bilimin bir bölümü olduğunu gösterir. Derin dini de dar bilimle entegre eder, çünkü (gizemli deneyimler gibi) derin spiritüel veriler ve deneyimlerin, (EEG'ye bağlanmış meditasyon yapan kişi örneğindeki gibi) dar bilimle dikkatlice incelenebileceği üzere maddi beyinle gerçek ilişkileri vardır. Birazdan göreceğimiz gibi bu, dar dine de yer verir. Bütün bu durumlarda, bütün kadranlar, bütün düzeyler yaklaşımı, daha önce örtüşmeyen uzmanlıklar diye düşünülen şeylerin, en azından, iz bırakmadan birbiriyle bir ağ meydana getirme olasılığını sunar.
Şekil 3-2
Dalgalar ve Akarsular
Yaşasın Farklılık!
Entegral yaklaşım bilim ve din arasındaki hayati farklılıklara da saygı gösterir. İncelemenin iyi bilimin düzenini izlediğini söylemek, bu incelemenin içeriğinin ya da asıl yöntembiliminin ne olduğunu söylemek değildir. Sadece bu, bu incelemenin kapsamının dünya olduğunu (talimat), dünya ile ilişkili deneyimleri ortaya koyduğunu (veri), bu deneyimlerin sonra mümkün olduğunca dikkatle kontrol edildiğini söylemektir. Ama incelemenin fiili formu -yöntemleri ve içeriği- düzeyden düzeye ve kadrandan kadrana çarpıcı biçimde değişecektir. Tek bir âlemde (duyusal-motor) tek bir yönteme (ampirik) izin veren pozitivizmin tersine, bu yaklaşım düzeyler ve kadranlar kadar çok sayıda yöntem ve inceleme sağlayacaktır.
Dolayısıyla, çok basit bir çeşitleme yaparsak A, B, C, D ve E diye sınıflandırılan olguların hepsi çok farklı varoluşlardır ve bunların tümünü kendi koşulları altında ele alan yöntembilimler geliştirilmiştir. Eye to Eye'da (Göze Göz) bu tip incelemelerin hiçbirinin bir diğerine neden indirgenemediğinin, çok sayıdaki nedenlerini açıkladım (duyusal-motor deneyimi, ampirik-analitik, açıklayıcı/olgubilimsel, mandalik* ve gnostik arasında ayırım yaptım). Bu incelemeler talimatlar (ya da pragmatik bağlantılar) kullandığı, iddialarını deneysel kanıtlara dayandırdığı ve iddialarını mümkün olabildiğince kanıtlamaya çalıştığı ölçüde onlara "iyi bilimler" adı verilir. Ama bunun dışında çarpıcı biçimde farklıdırlar ve bu entegral yaklaşımda bu farklara çok saygı duyulur -hatta desteklenir.
Şekil 3-3
Gelişim Holarşisi
Dar Din
Sense and Soul’a (Duyu ve Can) eleştirel tepkiler, tek bir önemli istisna dışında olumluydu. Şimdiye kadar en yaygın eleştiri (ve tek ciddi eleştiri) dar dinin önemini küçümseyerek ve çoğunlukla da onu göz ardı ederek, evliliğin dinsel yanından bütünüyle çok şey beklediğimdi. Eleştirmenlerin söylediklerine göre, ortalama bir inanca sahip olan kişi, spiritüelliğin birçok formunun yüzde 95'ini oluşturan mitlerden ve öykülerden asla vazgeçmeyecekti. Bu konuya saldıranlar sadece eleştirmenler değil, kitabı annelerine ve babalarına vermeye çalışan birçok arkadaşım da saldırdı, anneleri ve babaları, "Ne, İsa dirilmeyecek mi? Musa ve akit ne olacak? Yüzümüzü her gün Mekke'ye çevirip namaz kılmayacak mıyız? Benim dinim bu değil," diyerek başlarını sallamışlardı. Ve benzerleri.
Evet, suçlu. Hemen hemen bütünüyle (psişik, süptil, kozal ve ikili olmayan âlemlerin) derin spirituel deneyimlerine odaklandığımdan ve (dar dinin) tercümeye dayalı en yaygın dinsel boyutlarının birçoğunu göz ardı ettiğimden hiç kuşku yok. Bütün dürüstlüğümle, bu boyutu yadsımadım ya da reddedilmesi gerektiğini öne bile sürmedim. Sense and Soul'dan: "Aynı zamanda bu, bütün dinsel farkları ve yerel renkleri unutacağımız, homojen duruma getirilmiş, spiritüelliğin tekdüze aşırı duyarlılığına düşeceğimiz anlamına gelmez. Büyük Zincir sadece bireyin İlahiliğe yaklaşımının iskeletidir ve her birey, her din bu iskeletin üzerine et, kemik, sindirim sistemi ve görkem koyacaktır. Birçok din, dikey düşüncenin gerçek dönüştürücü uygulamalarına ek olarak takdis törenlerine, tesellilerine, mitlerine (ve diğer tercüme eden ya da yatay yatıştırmalara) devam edecektir. Hiçbir dinde bunların hiçbirinin çarpıcı biçimde değişmesi gerekmez*..."
O zaman dar din, bu inanışlar, uygulamalar, alışkanlıklar, deneyimler ve kişinin herhangi bir belli dalganın dünya görüşünü tercüme etmesine ve ona sarılmasına yardım eden geleneklerdir; oysa derin din bu uygulamaları, teknikleri ve kişinin daha yüksek, mantıklar-arası, kişiler-arası dalgaları (psişik, süptil, kozal ve ikili olmayan) dönüştürmesine yardım eden gelenekleri kapsar. Ve bu derin spiritüel uygulamalar asıl realiteleri ortaya koyar; bu uygulamalar gerçek doğrulara dokunur. Bu nedenle, bu derin spiritüel uygulamalar (kısmen) düşünme bilimleri -ya da basit olarak iyi bilimler- olarak da bilinir, çünkü onlar sadece inançlar değil, talimatlardan öğrenilen fiili uygulamalar, deneysel kanıtlar ve yeniden gözden geçirmelerdir. Onlar tekrarlanabilen, paylaşılabilen, realiteleri ortaya çıkaran kamu uygulamaları, yani asıl gerçeklerdir, sadece kültürel anlamlar, yerel değer yapıları vb değildir. Bu daha yüksek dalgalar mavi, turuncu ya da yeşil dalgalar kadar gerçektir. Bu dalgaların yeterince kanıtı bulunduğuna inanıyorsanız, Tanrısallığı doğrudan deneyimleme iddiasında bulunan bu kişiler-arası dalgalara da aynısı uygulanabilir*.
Birçok kişinin -ister İncil'deki inanç, ister Gaia inancı ya da holistik sistemler teorisi olsun- tercüme eden ya da dar dine sarıldığını ve bu inançların öznesini radikal biçimde dönüştürmeyi istemediğini belirten eleştirmenler kuşkusuz haklı. Benim modelimde bu tip zihinsel inançlar gelişmenin büyü, mitik, mantıklı ya da bakış-mantık düzeylerini belirtiyor (yani mor'dan firuze rengine kadar). Ama bu inançların -derin spiritüelliğin ve düşünme bilimlerinin çekirdeğini oluşturan bilinci-aşan ve zihin-ötesi âlemlerin- dışındaki daha yüksek ya da kişiler-arası (psişik, süptil, kozal) âlemlere dikkati çekmeyi de istiyorum. "Bütün kadranlar, bütün düzeyler" modeli, zihin-öncesinden, zihinsele, zihin-ötesine giden bu durumların hepsine yer vermektedir.
Şekil 3-4
Spiral Oluşturan Akarsular ve Dalgalar
Spiritüellik ve Liberalizm
Bu konuda kısaca tartışmak istediğim son nokta basittir: Din ve liberalizm öpüşüp barışmayıncaya kadar din ve bilim asla anlaşamayacaktır.
Batı'daki klasik Aydınlanma -liberalizm felsefesi ile beraber- büyük ölçekte bir din karşıtı akım olarak ortaya çıkmıştır. Aydınlanma’nın liberal filozofları ve siyaset teorisyenleri, Papa'yla aynı görüşte olmadığınızı seslendirdiğinizde İspanya Engizisyonumu sizinle ilginç tartışmalara girerken, başka şeylerin yanı sıra, bireyleri devlet dininin dayatmalarından ve sürü zihniyetinden kurtarmayı istiyorlardı. Tam tersine liberalizm, devletin iyi yaşamanın belli bir çeşitlemesini tutundurmaya çalışmaması, daha çok bireylerin kendi kararlarını kendilerinin almasına izin vermesi gerektiğini öne sürüyordu (kilise ile devletin ayrılması). Bugüne kadar liberalizm din konusunda son derece kuşku duyma eğiliminde olmuştur, çünkü birçok dinde inançlı kişiler kendi değerlerini başkalarına dayatmaya çalışmıştır. Üstelik liberalizm, (evrenin altı günde yaratılması gibi) mitik dinsel inançların çok azını kanıtlayan fizikten biyolojiye, kimyaya kadar yeni ortaya çıkan doğal bilimlerle yakın ittifak da kurmuştur. Kendi açısından mitik din, liberalizmin, toplumu yıkacak olan "korkunç ve Tanrısız ateizm'den başka bir şey olmadığını kabul etmiştir. Kısaca, neredeyse baştan beri liberalizm ve din birbirine karşı büyük bir zıtlaşma eğilimi göstermiştir.
Ama artık en azından iki farklı tip (dar ve derin) dinin olduğunu gördüğümüzden, bu eski düşmanlığın çerçevesini yeniden çizelim. Aydınlanma’nın sorguladığı geleneksel din, ırk-merkezci mitleri ve mutlakıyetçiliğiyle mavi dindi (onun mitik Tanrısına inanın, kurtarılırsınız; bütün inançsızlar sonsuza kadar lanetlenir). Aydınlanma ise bilimsel materyalizme, doğrusal ilerlemeye, ticarete ve ampirizme duyduğu büyük inancıyla, varoluşun yeni ortaya çıkan dünya-merkezci, turuncu renkli dalgasını temsil ediyordu. Sonuç, eninde sonunda en azından iki devrimi (Amerikan ve Fransız) ortaya çıkaran mimlerin devler savaşı oldu.
Gördüğümüz üzere turuncu dalga, bilincin gerçekten ilk konvansiyonel-sonrası ve dünya-merkezci dalgasıdır. Dolayısıyla filozoflar, evrensel insan haklarını (filozofların kendi mantıklarına göre kısa sürede kadınları, köleleri, çocukları, hatta hayvanları da içine alan evrensel haklar) vurgulayan bu oldukça olağandışı dalgayı savunmakta birçok açıdan gerçekten haklıydı. Bu, ırk-merkezcilikten dünya-merkezciliğe, baskıcı toplumsal hiyerarşilerden meritokrasilere, görevden payeye kadar giden önemli bir ilerlemeydi. Ve filozoflar, mitik üyelik dinlerinin dogmalarının birçoğunun aslında çok az kanıtı ya da tanıtı olan batıl inançlar olduğu konusunda da çok haklıydı. Ama geleneksel dinlerin hepsinin Noel Baba mitlerinden başka bir şey olmadığını düşündüklerinde çok şaşırdılar. Çünkü, belli başlı her bilgelik geleneği, çekirdeğinde, bir dizi düşünceye dayalı uygulamayı kapsar ve fazladan da, düşünceye dayalı bu uygulamalar bilincin mantıklar-arası ve kişiler-arası dalgalarını ortaya koyar*. Bu düşünce bilimleri sadece mantık-öncesi mitleri değil, mantık-ölesi realiteleri de ortaya koyar ve ne yazık ki, mantıklı Aydınlanma, mantıklı olmayan iddialara tepki verirken, hem mantık-ötesini hem de mantık-öncesini umursamadan pencereden dışarıya atmıştır.
Dolayısıyla, Aydınlanma ile beraber dar bilimsel materyalizm (turuncu), neredeyse dinin bütün formlarına (-öncesi ve -arası) karşı vahşi bir hasım duruşunu benimsemiştir*. Bugüne kadar din, mavi mitik-üyelik inançlarıyla (İncil'in, Tevrat'ın, Kuran'ın vb. kelimesi kelimesine doğruluğuna inanma) ve bilim şiddetli bir din karşıtı duruşla özdeşleştirilme eğilimindedir. Benim görüşüm, her ikisinin de dar, sığ partizanlıklarını yumuşatması, kendilerini iyi bilgiye ve varolmanın daha yüksek dalgalarının derin spiritüelliğine açmaları gerektiğidir, her ikisi de burada giderek artan bir uyum bulabilir.
Bu, muhafazakârlık-sonrası, liberallik-sonrası bir spiritüellik olur. Bu, sadece mitik-üyelik bildirilerine ve sıkı kurallar getiren ahlaka sığınmanın değil, dünya-merkezci Aydınlanmanın kazanımları üzerine inşa edilir. Yani bu, liberallik-öncesi ve tepkisel değil, ilerici ve evrimci bir spiritüelliktir. [Not*: Liberallik-sonrası spiritüellik tartışması için bkz. The Eye of Spirit (Toplu Eserler 7), The Marriage of Sense and Soul (Toplu Eserler 8) ve Boomeritis (Narsisizm Enfeksiyonu Bulaşmış Çoğulculuk.)] Bu, kendi inanç yapılarını başkalarına dayatmak istemez. Şimdi bile parlayan ilahi canınızı ve ruhunuzu, Özgün Yüzünüzü keşfetmenin bu basit sersemliğini, her zaman mutluluk içinde karanlıkta parıldayarak sonsuza kadar ışıldayan kendi derin spiritüelliğinizi keşfetmeniz için tek tek herkesi kendi potansiyelini geliştirmeye davet eder.
~
Kaynak
Her Şeyin Teorisi
Ken Wilber
Bölüm 4, sf 93-123'dan alıntıdır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder