Loading

5 Ağustos 2011 Cuma

Uzlaştırma

BİLİM VE DİN

Din olmaksızın bilim topal, bilim olmaksızın din kördür.
ALBERT EINSTEIN

Bilim ve din, bilim ve din, bilim ve din. Eğer insanlar yeterin­ce duyarlı olsaydı, bilim ve din arasındaki ilişki aslında in­sanları çıldırtabilirdi. Çünkü bilimle din arasındaki ilişki sadece, filozoflar açısından can sıkıcı dikenler olmayı sürdüren şu kah­redici ikililerden biri olmaya mahkûmdur -zihin ve beden, bilinç ve madde, gerçek ve değer. Öte yandan, hem bilim (ya da bir tür teknik-ampirik bilgi) hem de din (ya da bir tür anlam, değer, aş­kın amaç ya da her zaman el altında olma) sıradan erkekleri ve kadınları her zaman özgürce kendine çekmiştir. Yine de, onların birbirine nasıl bağdaştırılacağına gelince, Shakespeare'in dediği gibi, "Ah, ve işte pürüz".

Bir şey kesindir: Gerçek entegral bakış ya da Her Şeyin Teorisi (H.Ş.T.), bilim ve din ilişkisini şöyle ya da böyle uzlaştırmalıdır.

Birçok kitabımda bu hassas konuyu özellikle ele aldım*. Bu kitapların, tipik bilim ve spiritüellik tartışmalarında duyulmayan görüşleri (aşağıda özetleyeceğim görüşler) geliştirdiğine inanı­yorum. Bu görüşlerin büyük ölçüde göz ardı edilmeye devam edileceğinden de kuşkulanıyorum, çünkü onlar, basit olarak Ruh konusundaki görüşleri değil, doğrudan Ruh deneyimini savunu­yor. Başka bir deyişle, doğrudan düşünceyi ve deneyimsel spiritüelliği bu tartışmaya dahil etmeye çalışıyorum, oysa bu konudaki yazarların birçoğu sadece söz konusu felsefi ya da bilimsel görüşleri tartışmak istiyorlar: Doğrudan deneyimleri değil, so­yutlamaları... Sanki bir grup bilim adamı Hawai'nin kumsalları­nı tartışıyor ve Hawai'ye gidip bakacakları yerde, bir sürü coğ­rafya kitabını alıp araştırma yapıyorlar. Araziyi değil, haritaları inceliyorlar, bu bana her zaman oldukça tuhaf gelmiştir.

Tabii ki, ikisinin de yeri var - doğrudan spirituel deneyim ve bu deneyimlerin daha doğru haritaları ve modelleri. Ve tabii ki, Her Şeyin Teorisi'nde ikisi de dönüm noktası olacak kadar önemli. Bakalım.

Şekil 4-1
Varolmanın Büyük Yuvası.
Huston Smith'in izniyle uyarlanmıştır, Forgotten Truth: The Common Vision of the World's Religions (Unutulan Gerçek: Dünya Dinlerinin Ortak Görüşü), (San Francisco: HarperSanFrancisco, 1992, s. 62)


Bilim ve Dinin ilişkisi

Çok sayıda bilim adamı bilim ve din arasındaki ilişkiyle ilgili olarak edinilen tipik duruşları sınıflamıştır. Bu sınıflama şemala­rının hepsi, bilim ve din arasındaki savaştan, barış içinde birlik­te varolmaya, karşılıklı etkiye ve alışverişe, girişilen entegrasyo­na kadar giden, temelde birbirine çok benzeyen şemalardır.

Örneğin; Ian Barbour, şunları belirtir: (1) Çekişme: Bilim ve din birbirleriyle savaşır; biri doğru, diğeri yanlıştır ve bu, bu­dur. (2) Bağımsızlık: Her ikisi de "gerçek" olabilir, ama temel­de onların gerçekleri, aralarında çok az bir temas bulunan fark­lı âlemlere göndermede bulunur. (3) Diyalog: Hem bilim, hem de din karşılıklı bir diyalogdan yarar sağlayabilir, burada her birinin farklı gerçekleri bir diğerini zenginleştirebilir. (4) En­tegrasyon: Hem bilim, hem de din "büyük bir resmin" birer par­çasıdır, bu resim onların birbirlerine katkılarını tam olarak en­tegre eder*.

Eugenie Scott, şunları belirtir: (1) Savaş: Bilim, dini ya da din, bilimi koz olarak oynar; kaybedene ölüm. (2) Ayrı âlemler: Bilim doğal gerçekleri, din spiritüel olayları ele alır; onlar ne çe­kişir, ne de uyum içine girer. (3) Uzlaşma: Din, bilimden tama­mıyla vazgeçmez, yeniden yorumlamak için ondan yararlanır, bilimin gerçekleriyle uzlaşır, dinin özü teolojik inançlardır; tek yönlü cadde. (4) Taahhüt: Hem bilim, hem de din, eşit ortaklar olarak birbirini etkileyip birbiriyle uzlaşır; çift yönlü yol*.

The Marriage of Sense and Soul'da (Duyu ile Ruhun Evlili­ği) en yaygın duruşları benim nasıl sınıfladığımı yazdım; işte kı­sa bir özet:

1 - Bilim dini yadsır: Richard Dawkins, Francis Crick ve Ste­ven Pinker gibi düşünürlerin temsil ettikleri günümüzün bi­lim adamları arasında bu hâlâ en yaygın duruşlardan biridir. Din, ister geçmişten gelen bir batıl inanç kalıntısı ya da en iyisinden, doğanın türleri üretmek için yararlandığı hayatta kalabilmiş sahte bir unsur olsun saf ve basittir.

2 - Din bilimi yadsır: Tipik fundamentalist yanıt, bilimin çökmüş dünyanın bir parçası olduğu ve bu nedenle gerçek doğruya asla ulaşamadığıdır. Tanrı, dünyayı -ve bütün fosil kayıtlarını- altı günde yarattı ve bu, budur. Kutsal Kitap keli­mesi kelimesine doğrudur ve bilim aynı görüşte değilse ken­di adına çok kötü olur.

3 - Bilim ve din varoluşun farklı âlemleriyle ilgilenir, bu ne­denle de barış içinde birlikte var olabilir. Bu, en karmaşık du­ruşlardan bindir, biri güçlü, biri zayıf olmak üzere iki çeşitle­mesi vardır:

Güçlü çeşitleme: Epistemolojik çoğulculuk; realitenin (madde, beden, zihin, can ve ruh gibi) çeşitli boyutlardan ve âlemlerden oluştuğunu, din çoğunlukla canın ve ruhun daha yüksek âlemleriyle ilgilenirken, bilginin çoğunlukla madde ve bedenin daha aşağı âlemleriyle ilgilendiğini öne sürer. Hem bilim, hem de din, bir olayda, her ikisine de bol bol yer veren "büyük resmin" eşit birer parçasıdır ve onların birbirle­rine katkısı bu büyük resimde entegre duruma getirilebilir. Geleneksel Varoluşun Büyük Zinciri bu kategoriye girer (Bkz. Şek. 4-3) Bu genel bakışa benzeyen şeyin tem­silcilerine Plotinus, Kant, Schelling, Coomaraswamy, Whitehead, Frithjof Schun, Huston Smith ve Ian Barbour dahildir.

Güçsüz çeşitlemesi: NOMA ("Ortüşmeyen Uzmanlıklar") -bilimin ve dinin farklı âlemleri ele aldığı ama bu âlemler te­melde karşılaştırılamaz olduğundan, büyük bir resme entegre edilemediği yolundaki görüş için Stephan Jay Gould'un kul­landığı terim. İkisine de büyük saygı gösterilir ama onlar tam olarak entegre edilemez. Bir tür Ruh'a inandıklarını açıkça söyleyen ama bunun bilimle fiilen nasıl bağdaşacağını zihin­lerinde canlandıramayan birçok bilim adamı arasında bu çok yaygın bir duruştur, böylece onlar Sezar'ın olanı Sezar'a, ar­tanı da Tanrı'ya verirler.

4 - Bilim, Ruh'un var olduğuna dair argümanlar sunar. Bu duruş, birçok bilimsel gerçeğin ve buluşun doğrudan spiritüel realitelere işaret ettiğini öne sürer, bu durumda bilim Tanrı'yı/Tanrıça'yı doğrudan açıklamamıza yardım eder. Örne­ğin; Büyük Patlama bir tür Yaratıcı ilkeyi gerektirir; evrim zeki bir tasarımı izler; insanla ilişkili ilke kozmik evrimin ar­kasında bir tür yaratıcı zekânın olduğuna işaret eder vb. Bu, dini zenginleştirmek için bilimden yararlanılan ama genelde tersinin olmadığı, Scott'un tek yönlü cadde uzlaştırmasının benzeridir. "Doğanın teolojisine" karşıt olarak, Barbour'un "doğal teoloji" dediğine de benzer (ilkinde doğayı spiritüel terimlerle yorumlamak için açıklığa kavuşturulmuş bir Ruh'tan yararlanılır; ikincisinde, çok sayıda eko-filozofta ol­duğu gibi, Ruh doğanın doğrudan okunmasında bulunur. Barbour 3'ncü kategorinin bir parçası olan birinciden yanadır). Bu, bu konuya çok yaygın bir yaklaşımdır, belki de "gizem­ciliği kanıtlayan ya da destekleyen yeni bilimsel paradigma" konusunu işleyen popüler yazarlar arasında en yaygın olan yaklaşımdır.

5 - Bilim, dünyaya dair bilgi değildir, ancak dünyanın yorum­lanmasıdır ve bu nedenle, sanatla ve şiirle aynı derecede -ne az, ne de çok- geçerlidir. Kuşkusuz bu, tipik "postmodern" duruştur. Bir önceki yaklaşım, bilim ve din konusunda yazan yazarlar arasında çok yaygınken, bu yaklaşım herhangi bir en­tegrasyon oluşturmaya değil, başka birinin bu konuda söyle­mesi gereken, değeri olan bir şeyi parçalamaya çalışan akade­mi ve kültür dünyalarının seçkinleri arasında yaygındır. Postmodernistler tarafından ortaya atılan gerçekten önemli bazı konular vardır ve ben, bu noktaları daha entegral bir bakışa bütünüyle dahil etmeye çalışmaktayım*. Ama kendi düzenek­lerine bırakılmış postmodernizm bir çıkmaz sokaktır [bkz. Boomeritis (Narsisizm Enfeksiyonu Bulaşmış Çoğulculuk)].


Artık bu tür sınıflamalar yapan birçok teorisyen, bunlar bütün te­mellerin, el altında bulunan her şeyin özetini içerdiği için mutlu­durlar. Her şeyin bir özeti olan bu sınıflamanın işe yaramadığını öne sürüyorum. Bu listelerin hepsi -Barbour'unkinden benimki­ne kadar- temelde başarıların değil, başarısızlıkların birer liste­sidir. Daha doğrusu, bu yaklaşımların bazısı (özellikle 3,4 ve 5) gerçek bir entegral bakış olabilen şeyin anahtar bileşenlerini or­taya koymaktadır ama bu yaklaşımların hiçbiri, entegratif masa­ya tam olarak yatırılması gerektiğini düşündüğüm dinin çekirde­ğini yeterince kapsamamaktadır, yani: Doğrudan spiritüel dene­yimi... Ve (Barbour gibi) bazı teorisyenlerin en azından spiritüel deneyimi kabul ettikleri yerde*, bu devrimler bir arada ele alın­dığında bilimin ve dinin şimdiye kadar önerilenlerden çok daha görülmeye değer şekilde bir entegrasyonuna işaret eder.

Bu daha entegral bakışı "bütün kadranlar, bütün düzeyler" olarak özetledim, şimdi bunların bilime ve spiritüelliğe uygulan­malarının belli başlı noktalarının kısaca anahatlarını vereceğim.

Şekil 4-2
Çeşitli Geleneklerde Büyük Yuva.
(Grafik tasarım için Brad Reynolds'a teşekkürler.)


Örtüşmeyen Uzmanlıklar

Stephan Jay Gould'un yaklaşımıyla başlayalım: hem din, hem de bilim önemlidir ama farklı ve örtüşmeyen âlemlere aittir. Bu, hem çok sayıda bilim adamı, hem de çok sayıda din uzmanının öne sürdüğü bir görüştür. Gould, şunları açıklar: "Bilim ve din arasında çekişmenin eksikliği (Gould, 3'ncü duruşu, güçsüz çe­şitlemeyi öne sürüyor), onların uzmanlık alanlarının birbiriyle örtüşmesindeki eksiklikten kaynaklanır - evrenin ampirik oluşu­munda bilim ve uygun etik değerlerin ve hayatımızda spiritüel anlam arayışında din*." Kuşkusuz Gould bilimin ve dinin her za­man "birbirine karşı çarpıştığını", bu sürtüşmenin çok ilginç bir ışık ve çoğunlukla da hoş olmayan bir hararet ortaya çıkardığını kabul eder. Ama sonuç olarak onlar ne çekişir, ne de aralarında uzlaşır, çünkü onlar elmalarla portakallardır.

Bu görüşü öne sürmek için Gould doğa ile insan arasında olduk­ça katı bir ikicilik yaratmıştır: "Doğa" (bilimin açıkladığı) gerçekle­rin âlemi, "insan" (dinin açıkladığı) değerlerin ve anlamların âlemi olacaktır. "Doğa, bizim etik söylemimizin nihai ve uygun olmayan terimlerinde gerçekten 'acımasız' ve 'kayıtsız' olabilir -çünkü (metaforik olarak söylersek) doğa bizim için varolmamıştır, bizim gel­diğimizi bilmez ve bize aldırış etmez." Görünüşte, Gould'a göre in­sanlar doğanın tam olarak birer parçası değildir; eğer öyle olsaydık, o zaman insan, doğanın yaptığı bir şey olurdu. Ama doğa bize aldı­rış etmez, çünkü "biz" (ya da dinle/etikle ilgilenen parçamız) ve (ka­ba gerçekten meydana gelen, değeri olmayan) "doğa" örtüşmeyen iki âlemdir. "Ben, bu duruma baskıcı değil, özgürleştirici diye bakı­yorum, çünkü o zaman biz, kendi terimlerimizle, doğanın keyfi­ne tabi olmanın uzağında ahlaki bir söylemi yürütecek kapasiteyi kazanırız - ve hiçbir şey daha önemli olamaz*."

Bu iki âlemi iz bırakmadan birlikte dokuyan, bir tür daha bü­yük bir resmi bulma girişimine sürükleyen, birçok formuyla bu kaba saba ikiciliktir -gerçekler ve değerler, doğa ve insan, bilim ve din, ampirik ve spirituel, dış ve iç, nesnel ve öznel- ve bu ka­ba saba ikicilik, bunların sonsuza kadar caddenin farklı yanların­da işe yaramaya mahkûm olduğunu iddia etmez.

Bu, çok güç ve çapraşık bir sorundur. Teolojinin ikiciliğe ver­diği standart yanıt olan "spiritüele karşı ampirik", ampirik dün­yayı Ruh'un yarattığını ve bu nedenle bu anlamda birbirleriyle ilişkileri olduğunu iddia etmektir. Tanrı ile uzlaşabilirsek (ve kö­tülüğü engelleyebilirsek) o zaman kurtuluruz; Tanrı'dan sapar­sak (ve kötülüğe teşebbüs edersek) lanetleniriz. Ama o zaman da eş derecede standart bir sorun vardır: Dünyayı Tanrı yarattıysa ve dünyada kötülük varsa, o zaman kötülüğü Tanrı yaratmadı mı? Öyleyse kötülükten Tanrı sorumlu değil mi? Peki, neden ben suçlanıyorum? Ürün kırılırsa kusur üreticiye kadar gider (Ampi­rik ile spirituel arasındaki ilişkiyi, her şeye rağmen çözmek ko­lay değil gibi görünüyor).

Eko-spiritüellik teorisyenleri de daha iyi değillerdir. Onlar doğayı yaratan, aşkın, öteki dünyanın işlerine dalmış Tanrı'nın yerine, yalnızca her yerde var olan, bu dünyayla ilişkili bir Tan­rı/Tanrıça postulatını ortaya atarlar, yani doğanın ve doğanın ev­rimsel açılımını. Eğer dünyayla uzlaşırsak, kurtarılırız; eğer do­ğadan saparsak mahkûm ediliriz. Ama o zaman yine aynı sorun: Eğer doğa (evrim yoluyla) insanları yarattıysa ve insanlar ozon deliğini yarattılarsa, o zaman ozon deliğini doğa yaratmadı mı? Eğer böyle değilse, o zaman doğanın parçası olmayan bir bölüm insan vardır ve bu nedenle doğa varolmanın nihai zemini ola­maz. Doğa gerçek bir Tanrı, Tanrıça ya da Ruh olamaz -çünkü doğanın her şeyi kapsamadığı açıktır, bu nedenle o, daha büyük bir pastanın daha küçük bir dilimi olmalıdır. Eğer öyleyse Büyük Pasta tam olarak nedir? Ve bir kez daha, biz doğa ile insan ara­sındaki ikiciliği gerçekte nasıl iyileştireceğiz?

Birçok geleneksel teorisyen -Plotinus'tan Huston Smith'e, Seyyed Nasr'a kadar- bu güçlükleri Var Olanın Büyük Zinciri'ne (3'ncü kategori duruşu, güçlü çeşitleme) başvurarak ele al­maya çalışır. Buradaki görüş, aslında (madde ve ruh gibi) katı bi­çimde ayrılmış iki âlemin olmadığı, birbirini sonsuzca gölgele­yen en azından dört ya da beş âlemin (madde, beden, zihin, can ve ruh) olduğudur. En üstteki âlem, diğer bütün âlemlerin ikici olmayan zeminidir, bu nedenle nihai ruh sonu olmayan ikicilik­lerin acısını çeker. Bununla beraber, ruh yaratılışa adım atarken çeşitli ikiliklere neden olur, bunlar görünür âlemde kaçınılmaz olsa bile, ruhun nihai ya da ikicili olmayan gerçekleşmesinde iyi­leşebilir ve bütünlenebilir.

The Marriage of Sense and Soul’da (Duyu ile Ruhun Evlili­ği) açıkladığım üzere, bilim ve din arasındaki ilişki konulu bütün bu tipik duruşlardan en çok buna (geleneksel Büyük Zincir) sempati duyuyorum. Bununla beraber, bu kitapta işaret ettiğim gibi, Büyük Zincir'in geleneksel sunumunda bir dizi ciddi sınırlamalar vardır, bu sınırlamaların birçoğu, Gould'unki gibi daha basit ikici modellerin karşılaştıklarından hiç de farklı değil*. Ge­lenekselden yana olanlar için, günümüzün postulatında iki yeri­ne, örtüşmeyen dört ya da beş uzmanlık vardır, hatta bu farklı uz­manlıklara (Büyük Zincir'in farklı düzeyleri) çoğunlukla birbiri­ni sarmalayan yuvalar olarak bakılır, sorun yine de çözülmez: spiritüellik gibi daha yüksek âlemlerin, madde gibi daha aşağı âlemlerle ilişkisi tam olarak nedir? - özellikle de şu anlamda: Bi­lim gerçekten de sadece daha aşağı âlemlere mi (madde ve be­den) ayrılmıştır, bu nedenle, daha yüksek âlemler (can ve ruh) hakkında bize söyleyecek az şeyi mi vardır yoksa hiçbir şeyi yok mudur? Bilim ve din arasındaki ilişki beş katlı bir bina ilişkisi midir? Bilim bize alttaki iki kat, din ise üstteki iki kat hakkında­ki her şeyi mi anlatmaktadır? Bu tartışmaya -Huston Smith'ten Ian Barbour'a, Stephan Jay Gould'a kadar- en saygın yanıtların hepsi bu konudaki çeşitlemelerdir (3'ncü kategori, güçlü ya da güçsüz).

Ama bize bir katını bilimin ve diğerini dinin anlatacağına, her ikisi de bize tek tek bütün katlar hakkında farklı şeyler anlatsaydı? Ya bilim ve din bir binanın katları değil, bir malikânenin bir­birine eşit sütunları olarak birbirleriyle ilişkili olsaydı? Biri diğe­rinin üzerinde değil, yolun yukarısına ve aşağısına doğru her bi­ri diğerinin yanında? O zaman ne olurdu?

Evet, hiç değilse bu yaklaşım, şimdiye kadar denenmemiştir. Diğerlerinde eksiklikler olduğundan bu incelenmeye değebilir.

Şekil 4-3
Büyük Holarşi. 
Ruh hem en yüksek düzey (kozal) hem de bütün düzeylerin ikili olmayan Zemini'dir.


Gizemcinin Beyni

Basit bir örnekle başlayalım. Meditasyon yapan biri EEG maki­nesine bağlıdır. Bu kişi derin bir düşünsel duruma girdiğinde EEG makinesi, yanılmaya yer bırakmayacak şekilde, (genellikle sadece rüya görülmeyen derin uykuda meydana gelen delta dal­galarının üretimi gibi) bir dizi yeni beyin dalgası grubunu gösterir. Üstelik meditasyon yapan kişi, bu delta durumunu doğrudan deneyimlerken, en çok "spirituel" kelimesine uygun düşen dene­yimler yaşadığını öne sürer; bilincinin arttığını hisseder, sevgi­sinde ve sevecenliğinde bir artış, hem kendinde, hem de dünya­nın genelinde kutsal ve saygı uyandıran bir şeyle karşılaşma duygusunu deneyimler. Meditasyonda bu duruma giren becerik­li diğer kişilerde beyin dalgasının aynı nesnel grupları görülür ve bu kişiler spirituel deneyimin aynı öznel durumlarını anlatırlar. Buna ne anlam vereceğiz?

Yukarıdaki senaryoya benzeyen bir şeyin sık sık meydana geldiğine işaret eden önemli sayıda araştırma zaten vardır*. Ar­gümanın hatırına, bu senaryonun genellikle doğru olduğunu var­sayalım. Her şeyden önce bu, çoğunlukla "örtüşmeyen uzman­lıklar" diye düşünülen bilim ve din âlemlerinin aslında deli gibi örtüştüklerini hemen gösterir.

Standart NOMA argümanı (hem güçlü, hem de güçsüz biçimleriyle 3'ncü kategori), eğer değerler ve gerçekler bir anlam­da ayrı âlemlerse, kişi öznel değerler deneyimlediğinde, bu de­ğerlerin beyinde tam anlamıyla karşılıklı nesnel ilişkileri olma­sına tepeden bakar. Kesinlikle bu, değerlerin beyin durumlarına ya da spirituel deneyimlerin doğal olaylara indirgenebildiği an­lamına gelmez. Bu, spirituel realitelerin (dinsel uzmanlık) ve ampirik realitelerin (bilimsel uzmanlık), bu tartışmada düşünül­düğü gibi tipik çözümler şeklinde bölmelere ayrılmadığı anla­mına gelir.

Bir entegral model -yani bütün kadranlar, bütün düzeyler- çabası bir çerçeve oluşturur, dilerseniz bu "gerçekleri" çerçeve­nin içine yerleştirebilirsiniz. Yani hem içteki realiteler hem dış­taki realiteler, hem "spirituel" deneyimler hem "bilimsel" dene­yimler, hem öznel realiteler hem nesnel realiteler... Bu, gelenek­sel Varolmanın ve Bilmenin Büyük Zincirine -maddeden bede­ne, zihne, cana, ruha- geniş yer verir ama bu realiteleri de kesin ve saptanabilir tarzda ampirik gerçekler haline getirir.

Şekil 4-4
Dört Kadran.


Bütün Kadranlar, Bütün Düzeyler

Bir öngörüş olarak, olası bir Her Şeyin Teorisi'nde hem modern bilimi hem de geleneksel dini kapsayan bu entegral yaklaşımın anahatlarını belirtmek için basit birkaç çizimden yararlanalım.

Şekil 4-1 bedenden zihne, cana, ruha kadar giden Var Olma­nın Büyük Zinciri'dir. Temelde Şekil 3-3 ve 3-4 ile aynıdır. Çünkü her düzey bir öncekini aşar ama kendinden sonra gelenleri de içerir, şeklin öne sürdüğü üzere gerçekten de bu Var Olmanın Büyük Yuvası'dır. Bu Büyük Yuva şekli Huston Smith'in Forgotten Truth: The Common Vision of the World’Religions (Unutulan Hakikat: Dünya Dinlerinin Ortak Görüşü) kitabından alınmıştır. Kanıtlandığı üzere Huston Smith, dünya dinleri konusunda yaşayan en büyük otoritedir ve Forgotten Truth'ta dünyanın büyük bilgelik geleneklerinin paylaştığı temel benzerlikleri özetler. Şekil 4-1 büyük dinsel sistemlerin hepsinin beden, zihin, can ve ruhun bir tür çeşitlemesini kabul ettiğinin basit bir ifadesidir. Bu, fiilen dünyanın her yerinde bulunan ge­leneksel dinsel dünya görüşünün basit, harika bir özetidir. Yine Smith'in rehberliğinde hazırlanan Şekil 4-2 de bunun birçok ör­neğini verir.

Şekil 4-1 ve 4-2 sadece dört düzeyi gösterir ama birçok ge­lenekte daha zengin, daha ayrıntılı haritalar da vardır. Bazı gele­neklerde beş, bazılarında yedi (çakralarda olduğu gibi [bkz. 6. Bölüm]), bazılarında düzinelerce düzey vardır. Şekil 3-2'de on bir düzeyin (Spiral Dinamik'ten sekiz artı daha yüksek olan üç düzey) haritasını verdim. Gerçek sayı, realitenin birçok düzeyden ya da var olma ve bilme dalgasından meydana geldi­ğini anlamaktan daha az önemlidir.

Şekil 4-3'te, Büyük Yuva'nın basit bir şemasını sundum, onun Büyük Holarşi olduğunu vurguladım. Bu geleneksel görü­şe göre, bilimin (yani fizik, biyoloji, psikoloji) gerçekten de da­ha alt, dinin (teoloji, gizemcilik) üst katlarda olduğuna dikkat edin. (Gördüğümüz gibi, spiritüelliğe sempati duyanlar arasında belki de en etkili duruş olan 3. kategorinin temeli budur.) Ama bu geleneksel Büyük Zincir'e "öbür dünyadaki" varlıklar bilimi­ni de katmıştır; daha üst katların birçoğu kelimenin tam anlamıy­la "bu dünyanın dışındaydı" ve şayet varsa, maddi âlemle birkaç temas noktası vardı. (Daha belirgin olarak, D ve E işaretli olay­lar sınıfının A ve B ile fiilen doğrudan bir bağlantısı yoktu; bu nedenle "öbür dünyayla ilişkilidir".)

Modern bilimin ilerlemesi, bu geleneksel anlayışa çok sayıda öldürücü darbe indirmiştir. Örneğin; modern araştırmalar bilincin (yani zihnin), sadece akıl ile kavranan aşkın bir şey olmanın tam tersine aslında organik, maddi beyne birçok şekilde bağlı ol­duğunu açıkça göstermiştir - hatta öyle ki, birçok modern bilim adamı bilinci sadece nöron sistemlerinin bir oyununa indirgeyiverir. Ama bilincin, birçok dinsel geleneğin imgelediği bedenden ayrılmış özden çok uzak olduğunu anlamak için bilimsel mater­yalizmin izinden gitmemiz gerekmez. Çok düşük düzeyinde bi­linç, beynin biyolojik maddesi ve ampirik organizma ile yakın ilişki içindedir, bu nedenle, aralarındaki ilişki ne olursa olsun bi­lim ve din "örtüşmeyen uzmanlıklar" değildir.

Aslında (özellikle 18. yüzyılda) modern bilimin ilerlemesi, "modernlik" olarak tanımlanan bütün bir olaylar dizisinin bir parçasıydı. Ama bu olayların hepsi Max Weber'in "kültür değer­leri kürelerinin farklılaşması" görüşüyle özetlenebilir ("değerler küreleri" temelde sanata, ahlaka ve bilime göndermede bulunur.) Birçok modern-öncesi kültürlerin bu küreleri net olarak büyük ölçekte farklılaştırmadığı yerde, modernlik sanatı, ahlakı ve bili­mi farklılaştırmıştır ve her birinin, birbirinin alanına girmeden ya da tecavüz etmeden kendi yolunu, kendi doğrusunu izlemesine izin vermiştir. (Örneğin; modern-öncesi Avrupa'da Galileo te­leskopundan bakarak ne gördüğünü özgürce söyleyemiyordu, çünkü bilimin ve kilisenin dogması henüz birbirinden ayrılma­mıştı. Modernlik bu küreleri farklılaştırdı ve her birine kendi yo­lunda gitme özgürlüğü verdi.) Sonuçta bilimsel bilgide görülme­ye değer bir gelişme, sanatta birden esip kısa süren bir yeni yak­laşımlar rüzgârı, daha doğalcı bir ışıkta kavranan ahlaka destek­li bir bakış ortaya çıktı - yani şimdi "modern" dediğimiz birçok şeyle sonuçlandı.

Bu "Üç Büyük" küre (sanat, ahlak ve bilim) temelde ben, biz ve o âlemlerine göndermede bulunur. Sanat estetik/ifadeci âle­me, birinci kişi ya da "Ben" diliyle anlatılan öznel âleme gönder­mede bulunur. Ahlak etik/kurallar koyan âleme, ikinci kişi ya da "Biz" diliyle anlatılan özneler-arası âleme göndermede bulunur. Ve bilim dış/ampirik âleme (gerçekte iki âleme ayrılabilen -bi­reysel "o" ile kolektif "onun"), üçüncü kişi ya da "O" diliyle an­latılan nesnel âleme göndermede bulunur. Bu, bize belli başlı dört âlem armağan eder: Ben, biz, o ve onun. Bunun her birinin örneği, Şekil 4-4'te verilmektedir (terminoloji kitabın sonundaki notlarda ayrıntılı olarak anlatılmaktadır* - hiçbirini öğrenmek gerekmez!). Yine, bu kuru ve soyut anahatların hepsi daha sonra­ki sayfalarda somut örneklerle anlatılacaktır.

Şekil 4-4'te üstteki iki kadranın tekil ya da bireysel, alttaki iki kadranın çoğul ya da kolektif olduğuna dikkat edin. Sol yan­daki iki kadran iç ya da öznel ve sağ yandaki iki kadran dış ya da nesneldir.

Düşünce, bütünüyle basittir. Örneğin; insanın karmaşık neo-korteksine bakın (Şek. 4-4'te 10). O dış, nesnel ve bilimsel te­rimlerle (çeşitli nöron dokuları, nöro-transmitterler ve organik yollardan meydana gelen beynin dış tabakasındaki bir dizi mad­di girinti) anlatılabilir ve bu Sağ Üsttür. Ama insanları büyük maymunlardan ayıran karmaşık neo-korteks evrimleştiğinde in­sanlar, bejin iç miminden mor rengin bir iç mimine (büyü) iler­lediler (yani, sadece beynin nesnel yapısında değil, eski arkaik dünya görüşü büyüsel dünya görüşüne neden olurken, öznel bi­linçte de bejden mor renge giden değişim). Bireyde (Sol Üst) ve kolektif durumda (Sol Alt) bu iç değişiklikler de şekilde gösterilmektedir. Sonuçta, dış (maddi ya da toplumsal) formlarıyla anla­tıldığında ilk insanların kolektif grubu (hem Şek. 3-1’de, hem de 4-4'te görüldüğü üzere) hayatta kalmanın bej renkli zümresinden etnik kabileye doğru gitmiştir.

Artık bu tip (neo-korteksin yapısı, çeşitli toplum sistemleri hakkındaki bilimsel gerçekler, bilincin karşılaştırmalı mimleri, gelişme vb.) ayrıntıların hepsi, modern bilimsel araştırmayla bü­yük ölçüde aydınlığa çıkmıştır.

Bu durumda, Şekil 4-1 geleneksel, modern-öncesi ya da "dinsel" dünya görüşünün ve Şekil 4-4'te modern, farklılaşmış ya da "bilimsel" dünya görüşünün özetidir. Bir an onları basitçe birbirinin üzerine koyarak "entegre" edelim. Kuşkusuz bu, hiç­bir yerde öyle kolay değildir ve bu entegrasyonun neleri kapsa­dığı konusunda diğer kitaplarımda kapsamlı açıklamalar yaptım*. Ama bu, giriş tarzında kısa bir genel bakış olduğundan, Şekil 4-5'te görüldüğü üzere, modern-öncesinin üzerine moder­ni koyalım. Şekil 4-5'teki (bedensel duyguların, zihinsel fikirle­rin ve spirituel deneyimlerin) iç durumlarıyla (nesnel bilimin araştırdığı) maddi âlemler arasındaki ilişkiyi gösteren Şekil 4-6'ya da bakın.

Eğer Şek. 4-5 ve Şek. 4-6'da gösterilen kavramlar geçerliyse, o zaman modern-öncesi dinsel görüşle modern bilimsel görüşü entegre etmek için uzun bir yol kat etmiş olurduk. Varolmanın Büyük Yuvasını, modernliğin farklılaşmalarıyla entegre etmiş olurduk, bunun hızlı kazanımlardan biri, dinsel âlemin, bilimsel âlemin ve dünya görüşlerinin, hiçbirinin diğerinin kurallarını çiğnemediği ve iz yeri bırakmayan bir entegrasyonu olurdu. Bu entegral yaklaşım, daha önce henüz denenmediğini söylediğimiz bir ölçütü de karşılamış olacaktı, yani bilim (ya da dış realiteler) ve din (ya da iç realiteler), (Şek. 4-3'teki gibi) birbirinin üzerin­de değil, (Şek. 4-5'te ve Şek. 4-6'da gösterildiği gibi; bütün kad­ranların Sol Yan ve Sağ Yanları olarak) yan yana gelişecekti. Böylece, Şekil 4-6 EEG makinesine bağlanmış meditasyon ya­pan kişinin usta işi senaryosunu kolayca açıklayabilir. O, çok gerçek içsel, öznel, spirituel gerçekler deneyimler (Sol Üst kad­ran) ama bunların, EEG makinesinin görev edinerek kaydettiği çok gerçek dışsal, nesnel ve ampirik ilişkileri de (Sağ Üst kad­ran) vardır. Böylece bilim ve din bize spirituel gerçeklerin birbi­riyle ilişkili bazı yanlarını -içsel ve dışsal- gösterir ve bu, onla­rın daha geniş, daha kapsamlı bir H.Ş.T.'de entegre olmalarındaki anahtar unsurdur.

Şekil 4-5 
Dört Kadranlı Büyük Yuva.


İyi Bilim

Ampirik bilim adamı, 'bir dakika durun' der. Argümanı spirituel âlemlere yüklediğiniz fiili realite noktasına kadar izleyebiliyo­rum. Kabul edelim ki, meditasyon yapan kişiler bir şey deneyimlerler ama bu öznel bir duygu durumundan başka bir şey olma­yabilir. Bunun, fiili realiteleri, gerçeklerle uğraşan bilimle aynı şekilde ele aldığını kim söyleyebilir?

İşte, The Marriage of Sense and Soul'a (Duyu ile Ruhun Evliliği) birkaç öykünün daha katıldığı yer burasıdır. Başlangıçta, "bilim" ve "dini" (ya da spiritüelliği) bu noktaya kadar tanımla­madım*. Bu terimleri basit olarak, birçok insanın onları kullan­dığı genel anlamda kullanmaktayım. Ama birçok kitapta "bilime" ve "dine" verilen farklı birçok anlamın anahatlarıru dikkatle çiz­dim (Örneğin; A Sociable God (Dost Bir Tanrı), "dinin" en yay­gın ama birbirinden çarpıcı biçimde farklı dokuz anlamının ana hatlarını çizer). Bu "bilim ve din" tartışmalarının büyük bölümü tahrip edilmiş bir kargaşadır, çünkü düzinelerce farklı tanım, fark gözetilmeden kullanılmaktadır.

Örneğin; spiritüellik alanında en azından (ayrı benliğe anlam vermeyi ve onu teselli etmeyi isteyen, böylece egoyu güçlendi­ren) yatay ya da tercüme eden spiritüellik ile (ayrı benliği ego­nun çok dışında, ikili olmayan bir birlik bilincinde aşmayı iste­yen) dikey ya da dönüştürücü spiritüelliği ayırt etmeye ihtiyacı­mız vardır. Basitçe buna "dar din" ve "geniş din" (ya da seçtiği­niz metafora göre sığ ve derin din) diyelim*.

Aynı şekilde bilimde de, dar ve geniş kavram arasında ayırım yapmaya ihtiyacımız vardır. Dar bilim, çoğunlukla dışsal, fizik­sel ve duyusal-motor dünyasına dayandırılır. Bu fizik, kimya ve biyoloji gibi, bizim genelde "ağır bilimler" olarak düşündüğümüzdür. Ama bu, bilimin içsel alanlar hakkında bize hiçbir şey söyleyemediği anlamına gelir mi? Kuşkusuz, sadece kayaları ve ağaçları değil, insanı ve zihni anlamaya çalışan daha geniş bir bi­lim de var mıdır?

Evet, aslında bu tip daha geniş bilimleri kabul ediyoruz, bu bilimler sadece dışsal, fiziksel, duyusal-motor dünyaya kök salmamıştır, içsel duruşlar ve niteliksel araştırma yöntembilimleriyle ilgilenir. Bu daha geniş bilimlere "insan bilimleri" adını veri­yoruz (Almanlar bunlara, "geist" bilimleri adını veriyor, "geist" zihin ya da ruh" anlamına geliyor). Psikoloji, sosyoloji, antro­poloji, linguistik, anlambilim, bilişsel bilimler - bu "daha geniş bilimlerin" hepsi, insan bilincini araştırmak için genelde "bilim­sel" bir yaklaşımdan yararlanmaya çalışır. Bu yaklaşımların, dar bilimlerin pozitifçi basitliğini taklit etmeye başlamaması için çok dikkatli olmalıyız. Ama benim görüşüme göre, dar bilimle geniş bilim arasındaki fark zaten geniş ölçüde kabul edilmekte­dir. (Buna birazdan geri döneceğiz ama Şek. 4-6'ya bakarsanız, Sağ Yandaki ya da maddi kadranları araştıranlar dar bilimler, Sol Yandaki kadranların en azından bazısını araştırmaya çalışanlar ise geniş bilimlerdir.)

Bu durumda, The Marriage of Sense and Soul geniş dinin ve geniş bilimin özelliklerinin neler olduğunu tanımlayan tartışma yöntemini ortaya koymaktadır. Geniş bilimle başlayalım.

Gördüğümüz gibi, bilimi (dar ya da geniş), bütün bilgisini duyusal-motor dünyanın üzerine dayandırdığını söyleyerek tanımla­yamayız, çünkü dar bilim (yani fizik) bile matematik ve mantık gibi ampirik ya da duyusal-motor olmayan çok sayıda alet kulla­nır. Matematik ve mantık içsel realitelerdir (hiç kimse negatif bi­rin kare kökünün ampirik dünyada dolaştığını görmemiştir).

Hayır, "bilim" daha çok kesin bir deney, dürüstlük ve işbirli­ğine dayanan araştırma tutumudur, yapabildiği her yerde bilgisi­ni kanıta dayandırır (bu kanıt ister dar bilimlerde olduğu gibi dış­sal, ister geniş bilimlerde olduğu gibi içsel olsun). Ortaya attığım aşağıdaki üç etken, dar ya da geniş olsun bilimsel araştırmayı ge­nelinde tanımlamaya yöneliktir:

1 - Pratik talimat ya da örnekleme. Yağmurun yağıp yağma­yacağını öğrenmek isterseniz pencereye gidip dışarı bakmalı­sınız. Buradaki nokta, "gerçeklerin" herkesi bekleyerek çev­reye yayılmadığı ve görecek çeşitli "gerçeğin" var olduğudur. Bunu bilmek istiyorsanız, bunu yapmalısınız -deney, talimat, bir dizi pragmatik taahhüt, toplumsal uygulama: İyi bilimin birçok formunun arkasında bunlar yatar. Kuhn'un, süper-teori değil, örnekleme ya da fiili uygulama olan "paradigma" kav­ramının asıl anlamı budur.

2 - Kavrayış, aydınlatma ya da deneyim. Deney yaptığınızda ve talimatı izlediğinizde -dünyayla pragmatik olarak ilgilen­diğinizde- o zaman, talimatın meydana çıkardığı bir dizi de­neyim ve anlayışla tanışırsınız. Bu deneyimlere teknik olarak veri denir. William James'ın belirttiği gibi, "bilgi biriminin" ("datum") asıl anlamı, "elde hazır bulunan bilgi"dir*. Bu du­rumda, fiziksel deneyimler (ya da fiziksel veriler), zihinsel deneyimler (ya da zihinsel veriler) ve spiritüel deneyimler (ya da spiritüel veriler) elde edebilirsiniz. Bütün iyi bilimler -is­ter dar, ister geniş olsun- bir dereceye kadar veriye ya da de­neyimlere dayanan verilere demir atar.

3 - Toplumsal sınama (reddetme ya da onaylama). Paradig­mayla (ya da toplumsal uygulamayla) ilgilendiğimizde ve bir dizi deneyim ve kanıt (ya da veri) ortaya koyduğumuzda, ta­limatları bitirmiş ve kanıtları görmüş diğerleriyle de bu dene­yimleri sınarsak, bunun yardımı olur. Yaşıtlar topluluğu -ya da ilk iki unsuru (talimat ve veri) yeterince tamamlayanlar- belki de mümkün olan en iyi sınamadır ve bütünüyle iyi bi­lim uygun bir toplumu onaylamaya ya da reddetmeye dönüş­türmeye yöneliktir. Tahrip edilebilirlik ilkesinin çok yararlı olduğu yer de burasıdır. Sir Karl Popper'ın inandığı gibi, yanılabilirlik ölçütü kendi başına geçerli olmasa da, iyi bilimin genellikle iyi bir bileşenidir. Basit olarak buradaki görüş, kö­tü verinin uygun bir toplum tarafından reddedilebilmesidir. Eğer inanç sisteminize karşı çıkılmasının bir yolu yoksa o za­man doğru olmadığı çok belli olsa bile onu yerinden oynat­manın da yolu yoktur - ve bu nedenle, başka neye sahip olursanız olun inançlarınız çok bilimsel değildir (bunun yerine inançlarınız, "dogma" ya da sadece otoriter emirlerin destek­lediği birer doğruluk iddiasıdır). Kuşkusuz, yanılabilirlik tes­tine açık olmayan birçok realite vardır - örneğin; Descartes'ın bildiği üzere, kendi bilincinizi reddemezsiniz, hatta on­dan kuşku duyamazsınız. Ama basit olarak bu üçüncü ölçüt, iyi bilimin bilgi iddialarını sürekli olarak onaylamaya (ya da reddetmeye) çalıştığını söyler ve yanılabilirlik ölçütü, çoğun­lukla bu iyi bilimin üçüncü unsurunun bir parçası olarak kul­lanılır.

Şekil 4-6
İç (Bilinç) ve Dış (Maddi) Durumların Birbiriyle ilişkileri.



Derin Din

Bu üç ölçüt, ister dar ister geniş olsun iyi bilimin genel özellik­leridir. Daha belirgin olarak bunlar, iyi bilimin herhangi bir alan­da (fiziksel, zihinsel, spirituel) veri toplama ve geçerliliğini sına­ma yöntemlerinin özellikleridir. Bilimin birçok formu verinin nedenini açıklamak için hipotezler de geliştirir ve iyi bilimin üç unsuru daha ileri düzeyde uygulanarak bu hipotezler sınanır (da­ha çok deney, daha çok veri, bunların hipotezi onayladığına ya da reddettiğine bakmak). Kısaca, hem (verinin büyük ölçüde dış­sal âlemlerden ya da Sağ Yandaki kadranlardan edinildiği) dar bilim, hem de (verinin büyük ölçüde içsel âlemlerden ya da Sol Yandaki kadranlardan edinildiği) geniş bilim, iyi bilim (ya da ka­nıt birikiminin ve doğrulamanın üç unsurunu izleyen bilim) ol­maya çalışır.

O zaman, kısaca dine bakalım. Bilimde olduğu gibi, (ayrı benliği güçlendirmek isteyen) bir dar din ile (benliği aşmak iste­yen) bir geniş ya da derin dinin olduğunu daha önce görmüştük. Ama derin din ya da derin spiritüellik nedir ve bunların doğrulu­ğu nasıl kanıtlanır? Her şeyden önce iddia edilen, derin spiritüelliğin bir anlamda Kozmos hakkındaki gerçekleri ortaya koydu­ğu ve bunun sadece bir dizi nesnel duygusal durum olmadığıdır. Ve The Marriage of Sense and Soul burada radikal bir iddiada bulunur: Derin spiritüellik, insanın daha yüksek gelişim düzey­lerini konu edinen geniş biliminin bir bölümünü içerir.

Şekil 3-1
İnsanlardaki Dört Kadranın Bazı Örnekleri (sol üst)


Entegral Açıklama

(Açıklayacağım gibi) derin spiritüelliğin bütün öyküsü bu değil­dir ama öykünün önemli bir bölümü, henüz yeterince dikkat edil­memiş bir bölümüdür. Geleneksel Varolmanın Büyük Zinciri olan Şekil 4-3'e bakarsanız maddeden bedene, zihne, cana, ruha genel bir açılım olduğunu fark edersiniz. Bunlar, (örneğin; Plotinus'ta) geleneksel olarak hem var olmanın ontolojik düzeyleri, hem de bireysel gelişimin kronolojik düzeyleri olarak kabul edil­miştir. Şekil 4-4'e bakarsanız gelişimin bireysel düzeylerinin bakış-mantık ve kentauros'ta (sarı/firuze rengi) durduğunu göre­ceksiniz. Şekil 4-4'ün daha yüksek, kişiler-arası, (can ve ruh gi­bi) bilincin zihin-ötesi dalgalarını içermemesinin nedeni, bu şek­lin sadece bugüne kadar olan ortalama evrimi temsil etmesidir, bu nedenle şekilde (bireylerin bu daha yüksek dalgalarda kendi başlarına gelişmelerine rağmen) göz önüne serilen bilinci-aşan daha yüksek dalgalar görülmemektedir. Büyük bilgelik gelenekleri, gerçekten de bilinç gelişiminin daha yüksek evrelerinin ol­duğunu, bu nedenle de, sadece madde, beden ve zihne değil ca­na ve ruha da sahip olduğumuzu iddia eder. Bu daha yüksek dal­gaları hem Şek. 4-5'te, hem de Şek. 4-6'da belirttim (Sadece Sol Üst kadran için olmasına rağmen daha önce Şekil 3-2'de de belirtmiştim - konu bütün bu düzeylerin dört kadran­da da karşılıklı ilişkilerinin olmasıydı.)

Benim tezim, basit olarak şu: Derin spiritüellik, bilincin daha yüksek evrelerinin gelişiminde ortaya çıkan deneysel kanıtın doğrudan incelenmesini gerektirir. (Bu evrelere psişik, süptil, kozal ve ikili olmayan dedim -şekillerde basitçe "can" ve "ruh" olarak özetledim.) Bu derin spiritüel incelemeler bütün iyi bilim­lerin (dar bilimlerin değil, iyi bilimlerin) üç unsurunu izler. Bu incelemeler, (düşünme gibi) belli toplumsal uygulamalara ya da talimatlara güvenir; iddialarını verilere ve deneysel kanıtlara da­yandırır; uygun bir toplulukta bu verileri sürekli olarak geliştirip sınamasını yapar - onlara doğru olarak düşünce bilimleri diye göndermede bulunulur (ki, bu bilimler kendilerini kesinlikle böyle anlar).

Bu durumda, Şek. 4-3'e göndermede bulunursak, derin spiritüellik kısmen, D ve E diye sınıflanan bu olguların, verilerin ve deneyimlerin geniş bilimidir (Şek. 4-6'da D can olarak, E ruh olarak sınıflandırılmaktadır.) Ama Sol Üst kadrandaki can ve ru­hun içsel verilerinin ve deneyimlerinin Sağ Üst kadrandaki duyusal-motor kanıtlarla (Bkz. Şek. 4-6) karşılıklı ilişkide oldukla­rına dikkat edin - burası, bu yaklaşımda yeni bir iddiadır. Başka bir deyişle, geniş bilimin incelediği Sol Üstün derin spiritüelliği, dar bilimin incelediği Sağ Üstle karşılıklı ilişki içindedir. Düşün­ce bilimleri ve olgubilim kapsamındaki bilimler (içselliğin geniş bilimleri) Sol Üstte doğrudan deneyime dayalı veriler için iyi bilimlerle ve Sağ Üstte birbiriyle ilişkili veriler için dar bilimlerle böylece el ele verebilir. (Daha yüksek âlemlerin -hem geniş, hem de dar- bilimsel yanlarının öykünün bütünü olmadığını, sürekli tepeden bakılan öykünün önemli birer bölümü olduğunu, bu ko­nuya gerçek bir entegral yaklaşımın kuşkusuz önemli bileşenle­ri olduğunu tekrarlıyorum*.)

Bu durumda, "bütün kadranlar, bütün düzeyler" yaklaşımı, çok farklı cephelerdeki bilimle dini birbirine çok yakın tarzda entegre eder. Derin spiritüelliği geniş bilimle entegre eder, derin spiritüelliğin, insan potansiyelinin daha ötedeki erişimlerinin ge­niş bilimin bir bölümü olduğunu gösterir. Derin dini de dar bi­limle entegre eder, çünkü (gizemli deneyimler gibi) derin spiritüel veriler ve deneyimlerin, (EEG'ye bağlanmış meditasyon ya­pan kişi örneğindeki gibi) dar bilimle dikkatlice incelenebilece­ği üzere maddi beyinle gerçek ilişkileri vardır. Birazdan göreceğimiz gibi bu, dar dine de yer verir. Bütün bu durumlarda, bütün kadranlar, bütün düzeyler yaklaşımı, daha önce örtüşmeyen uzmanlıklar diye düşünülen şeylerin, en azından, iz bırakmadan birbiriyle bir ağ meydana getirme olasılığını sunar.

Şekil 3-2
Dalgalar ve Akarsular


Yaşasın Farklılık!

Entegral yaklaşım bilim ve din arasındaki hayati farklılıklara da saygı gösterir. İncelemenin iyi bilimin düzenini izlediğini söyle­mek, bu incelemenin içeriğinin ya da asıl yöntembiliminin ne ol­duğunu söylemek değildir. Sadece bu, bu incelemenin kapsamı­nın dünya olduğunu (talimat), dünya ile ilişkili deneyimleri orta­ya koyduğunu (veri), bu deneyimlerin sonra mümkün olduğunca dikkatle kontrol edildiğini söylemektir. Ama incelemenin fiili formu -yöntemleri ve içeriği- düzeyden düzeye ve kadrandan kadrana çarpıcı biçimde değişecektir. Tek bir âlemde (duyusal-motor) tek bir yönteme (ampirik) izin veren pozitivizmin tersine, bu yaklaşım düzeyler ve kadranlar kadar çok sayıda yöntem ve inceleme sağlayacaktır.

Dolayısıyla, çok basit bir çeşitleme yaparsak A, B, C, D ve E diye sınıflandırılan olguların hepsi çok farklı varoluşlardır ve bunların tümünü kendi koşulları altında ele alan yöntembilimler geliştirilmiştir. Eye to Eye'da (Göze Göz) bu tip incelemelerin hiçbirinin bir diğerine neden indirgenemediğinin, çok sayıdaki nedenlerini açıkladım (duyusal-motor deneyimi, ampirik-analitik, açıklayıcı/olgubilimsel, mandalik* ve gnostik arasında ayı­rım yaptım). Bu incelemeler talimatlar (ya da pragmatik bağlan­tılar) kullandığı, iddialarını deneysel kanıtlara dayandırdığı ve iddialarını mümkün olabildiğince kanıtlamaya çalıştığı ölçüde onlara "iyi bilimler" adı verilir. Ama bunun dışında çarpıcı bi­çimde farklıdırlar ve bu entegral yaklaşımda bu farklara çok say­gı duyulur -hatta desteklenir.

 Şekil 3-3
Gelişim Holarşisi


Dar Din

Sense and Soul’a (Duyu ve Can) eleştirel tepkiler, tek bir önem­li istisna dışında olumluydu. Şimdiye kadar en yaygın eleştiri (ve tek ciddi eleştiri) dar dinin önemini küçümseyerek ve çoğunluk­la da onu göz ardı ederek, evliliğin dinsel yanından bütünüyle çok şey beklediğimdi. Eleştirmenlerin söylediklerine göre, orta­lama bir inanca sahip olan kişi, spiritüelliğin birçok formunun yüzde 95'ini oluşturan mitlerden ve öykülerden asla vazgeçme­yecekti. Bu konuya saldıranlar sadece eleştirmenler değil, kitabı annelerine ve babalarına vermeye çalışan birçok arkadaşım da saldırdı, anneleri ve babaları, "Ne, İsa dirilmeyecek mi? Musa ve akit ne olacak? Yüzümüzü her gün Mekke'ye çevirip namaz kıl­mayacak mıyız? Benim dinim bu değil," diyerek başlarını salla­mışlardı. Ve benzerleri.

Evet, suçlu. Hemen hemen bütünüyle (psişik, süptil, kozal ve ikili olmayan âlemlerin) derin spirituel deneyimlerine odaklandı­ğımdan ve (dar dinin) tercümeye dayalı en yaygın dinsel boyut­larının birçoğunu göz ardı ettiğimden hiç kuşku yok. Bütün dü­rüstlüğümle, bu boyutu yadsımadım ya da reddedilmesi gerekti­ğini öne bile sürmedim. Sense and Soul'dan: "Aynı zamanda bu, bütün dinsel farkları ve yerel renkleri unutacağımız, homojen duruma getirilmiş, spiritüelliğin tekdüze aşırı duyarlılığına düşe­ceğimiz anlamına gelmez. Büyük Zincir sadece bireyin İlahiliğe yaklaşımının iskeletidir ve her birey, her din bu iskeletin üzerine et, kemik, sindirim sistemi ve görkem koyacaktır. Birçok din, di­key düşüncenin gerçek dönüştürücü uygulamalarına ek olarak takdis törenlerine, tesellilerine, mitlerine (ve diğer tercüme eden ya da yatay yatıştırmalara) devam edecektir. Hiçbir dinde bunla­rın hiçbirinin çarpıcı biçimde değişmesi gerekmez*..."

O zaman dar din, bu inanışlar, uygulamalar, alışkanlıklar, de­neyimler ve kişinin herhangi bir belli dalganın dünya görüşünü tercüme etmesine ve ona sarılmasına yardım eden geleneklerdir; oysa derin din bu uygulamaları, teknikleri ve kişinin daha yük­sek, mantıklar-arası, kişiler-arası dalgaları (psişik, süptil, kozal ve ikili olmayan) dönüştürmesine yardım eden gelenekleri kap­sar. Ve bu derin spiritüel uygulamalar asıl realiteleri ortaya koyar; bu uygulamalar gerçek doğrulara dokunur. Bu nedenle, bu derin spiritüel uygulamalar (kısmen) düşünme bilimleri -ya da basit olarak iyi bilimler- olarak da bilinir, çünkü onlar sadece inançlar değil, talimatlardan öğrenilen fiili uygulamalar, deneysel kanıtlar ve yeniden gözden geçirmelerdir. Onlar tekrarlanabilen, paylaşılabilen, realiteleri ortaya çıkaran kamu uygulamaları, yani asıl gerçeklerdir, sadece kültürel anlamlar, yerel değer yapıları vb de­ğildir. Bu daha yüksek dalgalar mavi, turuncu ya da yeşil dalga­lar kadar gerçektir. Bu dalgaların yeterince kanıtı bulunduğuna inanıyorsanız, Tanrısallığı doğrudan deneyimleme iddiasında bu­lunan bu kişiler-arası dalgalara da aynısı uygulanabilir*.

Birçok kişinin -ister İncil'deki inanç, ister Gaia inancı ya da holistik sistemler teorisi olsun- tercüme eden ya da dar dine sa­rıldığını ve bu inançların öznesini radikal biçimde dönüştürmeyi istemediğini belirten eleştirmenler kuşkusuz haklı. Benim mode­limde bu tip zihinsel inançlar gelişmenin büyü, mitik, mantıklı ya da bakış-mantık düzeylerini belirtiyor (yani mor'dan firuze ren­gine kadar). Ama bu inançların -derin spiritüelliğin ve düşünme bilimlerinin çekirdeğini oluşturan bilinci-aşan ve zihin-ötesi âlemlerin- dışındaki daha yüksek ya da kişiler-arası (psişik, süp­til, kozal) âlemlere dikkati çekmeyi de istiyorum. "Bütün kadran­lar, bütün düzeyler" modeli, zihin-öncesinden, zihinsele, zihin-ötesine giden bu durumların hepsine yer vermektedir.

 Şekil 3-4
Spiral Oluşturan Akarsular ve Dalgalar


Spiritüellik ve Liberalizm

Bu konuda kısaca tartışmak istediğim son nokta basittir: Din ve liberalizm öpüşüp barışmayıncaya kadar din ve bilim asla anlaşamayacaktır.

Batı'daki klasik Aydınlanma -liberalizm felsefesi ile beraber- büyük ölçekte bir din karşıtı akım olarak ortaya çıkmıştır. Aydın­lanma’nın liberal filozofları ve siyaset teorisyenleri, Papa'yla aynı görüşte olmadığınızı seslendirdiğinizde İspanya Engizisyo­numu sizinle ilginç tartışmalara girerken, başka şeylerin yanı sıra, bireyleri devlet dininin dayatmalarından ve sürü zihniyetin­den kurtarmayı istiyorlardı. Tam tersine liberalizm, devletin iyi yaşamanın belli bir çeşitlemesini tutundurmaya çalışmaması, da­ha çok bireylerin kendi kararlarını kendilerinin almasına izin vermesi gerektiğini öne sürüyordu (kilise ile devletin ayrılması). Bugüne kadar liberalizm din konusunda son derece kuşku duy­ma eğiliminde olmuştur, çünkü birçok dinde inançlı kişiler ken­di değerlerini başkalarına dayatmaya çalışmıştır. Üstelik libera­lizm, (evrenin altı günde yaratılması gibi) mitik dinsel inançların çok azını kanıtlayan fizikten biyolojiye, kimyaya kadar yeni ortaya çıkan doğal bilimlerle yakın ittifak da kurmuştur. Kendi açı­sından mitik din, liberalizmin, toplumu yıkacak olan "korkunç ve Tanrısız ateizm'den başka bir şey olmadığını kabul etmiştir. Kısaca, neredeyse baştan beri liberalizm ve din birbirine karşı büyük bir zıtlaşma eğilimi göstermiştir.

Ama artık en azından iki farklı tip (dar ve derin) dinin olduğu­nu gördüğümüzden, bu eski düşmanlığın çerçevesini yeniden çi­zelim. Aydınlanma’nın sorguladığı geleneksel din, ırk-merkezci mitleri ve mutlakıyetçiliğiyle mavi dindi (onun mitik Tanrısına inanın, kurtarılırsınız; bütün inançsızlar sonsuza kadar lanetlenir). Aydınlanma ise bilimsel materyalizme, doğrusal ilerlemeye, tica­rete ve ampirizme duyduğu büyük inancıyla, varoluşun yeni orta­ya çıkan dünya-merkezci, turuncu renkli dalgasını temsil ediyor­du. Sonuç, eninde sonunda en azından iki devrimi (Amerikan ve Fransız) ortaya çıkaran mimlerin devler savaşı oldu.

Gördüğümüz üzere turuncu dalga, bilincin gerçekten ilk konvansiyonel-sonrası ve dünya-merkezci dalgasıdır. Dolayısıyla fi­lozoflar, evrensel insan haklarını (filozofların kendi mantıklarına göre kısa sürede kadınları, köleleri, çocukları, hatta hayvanları da içine alan evrensel haklar) vurgulayan bu oldukça olağandışı dalgayı savunmakta birçok açıdan gerçekten haklıydı. Bu, ırk-merkezcilikten dünya-merkezciliğe, baskıcı toplumsal hiyerarşi­lerden meritokrasilere, görevden payeye kadar giden önemli bir ilerlemeydi. Ve filozoflar, mitik üyelik dinlerinin dogmalarının birçoğunun aslında çok az kanıtı ya da tanıtı olan batıl inançlar olduğu konusunda da çok haklıydı. Ama geleneksel dinlerin hep­sinin Noel Baba mitlerinden başka bir şey olmadığını düşündük­lerinde çok şaşırdılar. Çünkü, belli başlı her bilgelik geleneği, çe­kirdeğinde, bir dizi düşünceye dayalı uygulamayı kapsar ve faz­ladan da, düşünceye dayalı bu uygulamalar bilincin mantıklar-arası ve kişiler-arası dalgalarını ortaya koyar*. Bu düşünce bilimleri sadece mantık-öncesi mitleri değil, mantık-ölesi realitele­ri de ortaya koyar ve ne yazık ki, mantıklı Aydınlanma, mantıklı olmayan iddialara tepki verirken, hem mantık-ötesini hem de mantık-öncesini umursamadan pencereden dışarıya atmıştır.

Dolayısıyla, Aydınlanma ile beraber dar bilimsel materyalizm (turuncu), neredeyse dinin bütün formlarına (-öncesi ve -arası) karşı vahşi bir hasım duruşunu benimsemiştir*. Bugüne kadar din, mavi mitik-üyelik inançlarıyla (İncil'in, Tevrat'ın, Kuran'ın vb. kelimesi kelimesine doğruluğuna inanma) ve bilim şiddetli bir din karşıtı duruşla özdeşleştirilme eğilimindedir. Benim gö­rüşüm, her ikisinin de dar, sığ partizanlıklarını yumuşatması, kendilerini iyi bilgiye ve varolmanın daha yüksek dalgalarının derin spiritüelliğine açmaları gerektiğidir, her ikisi de burada gi­derek artan bir uyum bulabilir.

Bu, muhafazakârlık-sonrası, liberallik-sonrası bir spiritüellik olur. Bu, sadece mitik-üyelik bildirilerine ve sıkı kurallar getiren ahlaka sığınmanın değil, dünya-merkezci Aydınlanmanın kaza­nımları üzerine inşa edilir. Yani bu, liberallik-öncesi ve tepkisel değil, ilerici ve evrimci bir spiritüelliktir. [Not*: Liberallik-sonrası spiritüellik tartışması için bkz. The Eye of Spirit (Toplu Eserler 7), The Marriage of Sense and Soul (Toplu Eserler 8) ve Boomeritis (Narsisizm Enfeksiyonu Bulaşmış Çoğulculuk.)] Bu, kendi inanç yapılarını başkalarına dayatmak istemez. Şimdi bile parlayan ilahi canınızı ve ruhunuzu, Özgün Yüzünüzü keşfetme­nin bu basit sersemliğini, her zaman mutluluk içinde karanlıkta parıldayarak sonsuza kadar ışıldayan kendi derin spiritüelliğinizi keşfetmeniz için tek tek herkesi kendi potansiyelini geliştirmeye davet eder.

~

Kaynak

Her Şeyin Teorisi
Ken Wilber
Bölüm 4, sf 93-123'dan alıntıdır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder