Loading

29 Kasım 2014 Cumartesi

Kötülüğün Evrenselliği

"Terapiyle uğraştığım meslek hayatım boyunca, oğulları ya da kızları benim tedavimde olan birçok ebeveynle buluşup konuştum. Ebeveynler içlerini döktüklerinde, değişik tutumlar sergilediler. Örneğin, yüksek dereceli bir rahibin, oğlunun yaşadığı bir depresyondan dolayı gözyaşı dökerek teessür duyması; kızı doğduğunda psikotik bir dönem yaşayan annenin, kızının bugünkü avareliğine bağlı olarak sorunlarını çözememiş olması ve büyük üzüntü duyması; bir Wall Street yöneticisinin, oğlunun kendisine bir an önce çeki düzen vermesi için gürültücü talimatlar savurması.

Yöneticinin gürültücülüğü, otoriterliğinin, oğlunun şimdi her denediği işte sürekli başarısızlıklarıyla epeyce ilgili olduğunun bilinçaltı fark edilişinden geldiğini anlamaya yarıyordu. Eğer bu ebeveynler, hissettiklerinin derinlerinden konuşabilselerdi, her biri, hatta Wall Street yöneticisi bile "En sevdiğim kişiye neden zarar verdim?" diye ağlardı.

Kendi ailemizdekilere ve sevdiğimiz kimselere, karşımızdakinin aklından geçeni anlamadaki yetersizliğimizden ötürü, çoğunlukla istemeden yaptığımız kötülüğü gördüğümüzde çok azımız etkilenmeden kalabiliriz. Oscar Wilde'ın dizesi "Gene de her insan sevdiği şeyi öldürür", kötülüğün evrenselliği sorununu sunarak bizleri bir ölçüde rahatlatır; kısmen neden olduğumuz zararda yalnız değiliz. Ama Wilde aynı zamanda her birimizin diğer insanlara insanlık dışı şeyler yapmada rol aldığımızı unutmamızı da imkânsız kılar. Kötülüğün kaçınılmazlığı, özgürlük için ödediğimiz bedeldir. Berdyayev'in Jacob Boehme'nin deyişlerini yorumunda belirttiği gibi, kötünün inkârı aynı zamanda özgürlüğün inkârıdır. Özgürlük için bir miktar marjımız olduğundan bir seçim yapmak zorunda kalırız ve bu da iyi seçim kadar kötü seçim de yapma şansı demektir. Özgürlük ve kötülük, özgürlüğümüz ve kötülüğümüz için sorumluluğu kabul etsek de etmesek de, birbirini gerektirir. Olasılık, iyi için olduğu kadar kötülük için de olasılıktır. Masummuşuz gibi yapabiliriz ama böyle bir çocukluk masumiyetine sığınmak kimseye yaramaz. Kaçılması olası olmayan bir benmerkezcilik hepimizde vardır ve bu kendi algılamamızı mutlaklaştırır, ki bu da en yakınlarımız için tahrip edici olur. Schelling, "Her birimizde kendi kendimize kesin olmak eğilimi vardır" derken haklıydı. Her birimiz kendi derisi ile bağlıdır, her birimiz yaşamı kendi gözleriyle görür ve hiçbirimiz uzun zamandan beri en iyi anladıklarımıza herhangi bir şiddet uygulamaktan kaçınamaz. "Yapacağım iyiliği yapmam, yapmayacağım kötülüğü yaparım," Aziz Paul'un sorunu klasik şekilde koyuşuydu. Bu açmazdan kaçış yoktur. Gerçekten de Kierkegaard bunu orijinal günah olarak yorumlamıştı: Her birimiz kendi ayrı bireyselliğinden konuşur ve böylece karşı konulamaz şekilde sevdiğimiz insanlar için değerli olan özlem ve algılamaların hakkını yer. Ve kişi bunu yapmamaya iyice zorlanırsa, "iyiyi" yapmak için bütün çabasını ortaya koyarsa ancak kişinin kendi hemcinsleri ile karşı karşıya gelmesinde kendini haklı bulmasına bir unsur daha eklemiş olur. ..."


Rollo May, Özgürlük ve Kader adlı kitabından, sf 295-6

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder