Psikoloji ve Sosyoloji Arasında Bir Bağ Olarak Bileşik Fert
Yapılar Mübadele Yapılarıdır
Sosyolojiyi tamamen ilgilendirmemekle birlikte sosyoloji ile kaynaşmış yapısal organizasyonun on kadar evresinden oluşan yukarıdaki şemayı oluşturan şey her evrenin yapısıdır. Yani Up From Eden 'in göstermeye çalıştığı gibi, her evre, genellikle dünya olaylarındaki yapısal organizasyonlara tekabül eden bir değiş-tokuş sürecidir; psikolojisini ve bu bölümün önereceği gibi, sosyal psikolojisini, bu mübadele süreci oluşturur.
Anlaşılması için yapısal organizasyona ait evrelerin sayısını beşe indireceğim ve Batılıların en iyi bildiği isimleri kullanacağım. Madde (1), beden (2-3), akıl (4-6), nefs (soul) (7-8) ve manevi üst varlık-ruh (spirit) (9-10). Yapısal organizasyonun her evresinin kendinden öncekini aşkın olması ve aynı zamanda onu içermesinden dolayı gelişimin her yapısı önceki yapıları da kapsar.
Bundan dolayı gelişim psikolojisi ve evrim teorisi ile Whitehead ve Hartshore'un felsefî çalışmalarını birleştirme gayretini de dikkate alarak insan varlığının gelişimin bütün geçmiş evrelerinden mürekkep ve şu anki evre ile simgelenen terkip edilmiş bir birey olduğunu söyleyebiliriz. Başka bir deyişle insan varlığı potansiyel olarak madde, prana, akıl, nefs ve ruhtan mürekkeptir. Maddî beden fiziksel çevreyle ilişkili işlerde kullanılırken; pranik (içgüdüsel) beden heyecan, cinsellik ve diğer pranik yapılarla hislerde kullanılır; nefs (soul) psişik ve ince kavrayışlı ilişkilerde; ruh ise Tanrı'yla mutlak ilişkide ve O'nunla (Tanrı komünyonu ve Tanrı kimliği) bütünleşmede kullanılır. Yani mürekkep insan bireyinin her evresi genel anlamda dünya işleyişinin yapısal organizasyonunun ilgili evreleri ile ideal olarak engellenmemiş ilişkilerin kompleks bir sisteminde gerçekleşir.
Ayrıca insanlık her evrede o evrenin unsurlarının uygun bir alışverişi ile kendini tamamen yeniden üretir (dünya tarihindeki evrelere de, benzer bir gelişme tekabül eder). İnsanlık kendisini doğal ortamdan sağladığı yiyeceğin alışverişi ile fiziksel olarak yeniden üretir. Vücut olarak (veya biyolojik olarak) canlılık ve cinsellik yoluyla tekrar üretir. Zihinsel olarak eğitim ve iletişim alışverişiyle kendini yeniden üretir. Ruhsal olarak (soul ve spirit) üstadlıktan müritliğe geçiş alışverişini yaşayarak yeniden üretir.
Böylece her evre etkileşim alışverişlerinin birbiri içine geçmiş olduğu bir zincirin parçasıdır ve bundan dolayı da her evre temelde bir mübadeleler topluluğu ve sosyal ilişkidir. En düşük evre olan maddî beden dahi gıda alımı, özümsemesi ve rahliyesinden oluşan bir süreçtir ve alışveriş partnerlerinin oluşturduğu topluluk olarak bağımlıdır. Cinsel olarak yeniden üretim ilişkisel bir alışveriştir. Zihinsel evreye gelince, (diğer birçok kişinin yanında) Levi-Strauss bunu çok bariz bir şekilde göstermiştir. "Matematikte, mantıkta ve hayatta bir sembolün başka biri ile mübadelesi yapılmalıdır; mübadele eyleminde sembol bir ilişki oluşturur ve bu ilişkinin devamını sağlar. Bu sebeple sembol kelimesi bize orijinal Yunanca anlamını çağrıştırır: sözleşme, ilişki, anlaşma, fikir alışverişi veya bağ." Ve ruhsal evreler sadece Tanrılıkla veya Tanrısal komünyon-kimlikle mübadeleler değil, aynı zamanda ruhsal üstad ve derin tefekkür ehlinin oluşturduğu toplulukla gerçekleşen bir mübadeledir. Topluluklar içinde diğer insanlarla birbirine bağlı bir topluluk oluşturan mürekkep insanla her evre bir ilişkiler topluluğu veya mübadele olaylarıdır.
İlişkisel mübadele düşüncesi zaman zaman "dürtü" ve "ihtiyaç" kavramlarıyla ifade edilir. İnsanlığa dair her evre kendisi ile ilgili çevre ile bir mübadele süreci olduğu için insan fiziksel ihtiyaçlar (yiyecek, su, hava, barınak), hissî ihtiyaçlar (kişiler arası iletişim, kendine saygı, düşünce-anlam), manevî ihtiyaçlar (Tanrı-komünyonu, derin bilgi) ve benzeri gibi değişik ortamlara ihtiyacı ifade eden güdülere sahiptir. Sanki fiziksel gıda, duygusal gıda, zihinsel gıda, ruhsal gıda gibi "beslenme" veya "mânâ-gizli güç"le ilgili evreler mevcuttur. Büyüme ve gelişme basit olarak her evrenin kendine has gıdasını sindirmeyi öğrenme ve adaptasyon sürecidir, gelişme ve büyümenin her aşaması belli bir gıda türüne özel bir adaptasyon safhası ile belirlenir (ileriki bölümde "belli mânâya özgü safha" kavramını tekrar ele alacağız).
Her yapı-evre, bir mübadele ilişkisi (veya gıda ihtiyacı) süreci olduğu için bu ihtiyaçları gideren nesnelere bağlıdır. "Yapı", "ihtiyaç", "obje-ilişkileri" basit olarak her evrede işleyen tek mübadele sürecinin üç yönünü oluşturur. Bir yapının ihtiyacı olan obje veya gıdayı kaldırmak yapının kendisini kaldırmaktır. Beslenmeye yönelik gıdayı kaldırdığınızda fiziksel beden zayıflamaya başlar; duygu, heyecan gibi hayatî ihtiyaçları kaldırırsanız duygusal yapı zayıflamaya başlar; "düşüncenin gıdası" olan özneler arası iletişim veya sembolik alışverişi kaldırırsanız akıl zayıflamaya başlar, manevî ilişkiler veya inanç bağlılığı gibi aşkın gıdayı kaldırırsanız ruh zayıflayıp solmaya başlar. Kısaca ihtiyaç veya dürtü düşüncesi, bir yapının kendisi ile ilgili obje-ilişkilerinin sağlanması gerektiğini, aksi durumda bu yapının yok olacağını ifade eder.
Mübadele İlişkilerinin Bozukluğu
Yapısal organizasyon ve mübadele ilişkileri (veya gıda - ihtiyaç) ile ilgili bu evrelerin gelişim niteliği belirtilmelidir, çünkü bütün evreler birey-insanda doğuştan açık değillerdir. Bilakis insan bireyi, büyüme ve gelişmesine fiziksel dünyaya (ve ona ait gıdaya) sonra duygusal dünyaya (ve gıdasına), daha sonra sözlü-zihinsel dünyaya, sonra da aşkınlık dünyası ve ilerisine (büyüme kendi örneğinde durana kadar) uyum sağlayarak başlar. Bununla birlikte bu gelişim evreleri, paralel gelişmelerine veya birbiri üstüne binmelerine rağmen her evre kendinden hemen önceki evreye dayanır, her evrenin temelini önceki evre oluşturur. Ancak bana göre bu fazla vurgulanmamalı; çünkü daha üst evre daha alt bir evreye dayanırken, üst evre alt evrenin bir sonucu veya onun tarafından oluşturulmuş değildir. Daha üst evre kısmen bir yeniden oluş, kırılma, dönüm noktası, bir devrimdir. Daha üst evre daha alt evrenin vasıtası ile ortaya çıkar; ancak ondan hasıl olmaz, tıpkı bir civcivin yumurta kabuğundan çıkmasına rağmen, yumurta kabuğundan meydana gelmiyor olması gibi. Örneğin akıl cinsel içgüdü yoluyla gelir, ama cinsel içgüdüden oluşmaz.
Daha üst evre oluşmaya, ortaya çıkmaya başladığında alt evrenin içinden geçmek zorundadır. Çünkü daha alt evre önceden orada mevcuttur. Daha üst evre sahnede görüldüğünde, sahne bir önceki daha alt evrenin kendisidir ve bundan dolayı üst evre başlangıçta kendinden önceki alt evreye nüfuz eder, onunla karışır -ilk başlarda ondan ayrışmamış bir durumdadır.
Daha üst evrenin gelişmesi, kısmen oluşumu sırasında içinden geçtiği daha alt evreyi dikey bir aşma, ondan ayrışma (ve daha sonra bütünleşme) sürecidir. Bundan dolayı örneğin birbuçuk yaş öncesinde bebek kendi vücudunu fiziksel çevreden ayırt edemez; protoplazmik bir ayırt etme durumunda yaşar (Piaget "Bu aşamada beden bir maddedir" der); vücut ve maddî dünya tam olarak ayırt edilir edilmez. Bir buçuk ve üç yaş arası bebek bedenini nesnel fiziksel dünyadan ayırt etmeyi öğrenir, böylece bedenin bu ilkel maddesel kaynaşma durumunu aşması sağlanır. Sembolik akıl oluşmaya başladığında (iki yaş dolaylarında), başlangıçta fizikî bedenden ayrışmış değildir -zihin- akıl ve beden birbiri ile kaynaşmış ve ayırt edilemez bir durumdadır (Werner'in açıkladığı gibi düşünme henüz belirginleşmemiş fizyonomidir veya Piaget'e göre duyumsal güdü kategoriler ile karışık durumdadır). 7 yaş dolaylarına kadar zihin ve beden ayrışmamıştır ve 11-15 yaşlarında açık bir şekilde ayrışırlar, nihayet zihin-akıl bedeni aşar (aynı zamanda içerir). Benzer şekilde, en sonunda ruh ortaya çıktığında, başlangıçta akılla kaynaşmış ve belirsizdir (henüz akla ait zihinsel form ve düşüncelerle kaplıdır, kendine has gerçek vizyon ve aydınlanmaya sahip değildir). Her örnekte daha üst evre daha alt evrenin vasıtası ile onun içinden ancak onu aşarak doğar ve nihayetinde ondan ayrışır. Gelişmenin ve doğuşun her aşamasını bu ayrışma-olgunlaşma veya aşma süreci belirler. Ancak daha üst olanın, alt evre vasıtası ile gelmesine rağmen ondan hasıl olmadığını, özünün varlığının kısmen yeni bir oluş, yeniden doğuş olduğunu vurgulamalıyız.
Daha üst evrenin gelişmesi, kısmen oluşumu sırasında içinden geçtiği daha alt evreyi dikey bir aşma, ondan ayrışma (ve daha sonra bütünleşme) sürecidir. Bundan dolayı örneğin birbuçuk yaş öncesinde bebek kendi vücudunu fiziksel çevreden ayırt edemez; protoplazmik bir ayırt etme durumunda yaşar (Piaget "Bu aşamada beden bir maddedir" der); vücut ve maddî dünya tam olarak ayırt edilir edilmez. Bir buçuk ve üç yaş arası bebek bedenini nesnel fiziksel dünyadan ayırt etmeyi öğrenir, böylece bedenin bu ilkel maddesel kaynaşma durumunu aşması sağlanır. Sembolik akıl oluşmaya başladığında (iki yaş dolaylarında), başlangıçta fizikî bedenden ayrışmış değildir -zihin- akıl ve beden birbiri ile kaynaşmış ve ayırt edilemez bir durumdadır (Werner'in açıkladığı gibi düşünme henüz belirginleşmemiş fizyonomidir veya Piaget'e göre duyumsal güdü kategoriler ile karışık durumdadır). 7 yaş dolaylarına kadar zihin ve beden ayrışmamıştır ve 11-15 yaşlarında açık bir şekilde ayrışırlar, nihayet zihin-akıl bedeni aşar (aynı zamanda içerir). Benzer şekilde, en sonunda ruh ortaya çıktığında, başlangıçta akılla kaynaşmış ve belirsizdir (henüz akla ait zihinsel form ve düşüncelerle kaplıdır, kendine has gerçek vizyon ve aydınlanmaya sahip değildir). Her örnekte daha üst evre daha alt evrenin vasıtası ile onun içinden ancak onu aşarak doğar ve nihayetinde ondan ayrışır. Gelişmenin ve doğuşun her aşamasını bu ayrışma-olgunlaşma veya aşma süreci belirler. Ancak daha üst olanın, alt evre vasıtası ile gelmesine rağmen ondan hasıl olmadığını, özünün varlığının kısmen yeni bir oluş, yeniden doğuş olduğunu vurgulamalıyız.
Bununla birlikte tıpkı kolay kırılır veya sert bir yumurta kabuğunun oluşumu ve doğuşu sırasında civcive zarar vereceği gibi, bozuk bir alt aşama da kendi içinde daha üst aşamanın bozuk olarak yeniden üretimine sebep olacağından, bu daha alt evre vasıtası ile yeniden doğuş süreci ölümcül sonuçlara sebep olabilir. Burada daha güzel bir metafor olarak gökdelen örneği verilebilir: daha yüksek kat hem daha alttaki kattan çıktığı, hem de onun temeline dayandığı için ilk kattaki bir eğrilik ikinci, üçüncü ve daha üst katlarda da benzer bir eğriliğe sebep olur. Fiziksel bir yara duygusal bir karışıklığa ve üzüntüye; duygusal üzüntüler zihinsel kararsızlıklara sebep olabilir.
Ancak bu mutlak bir nedensellik ilişkisi değildir; alttaki bir bozukluk kısmen sonraki aşamalara geçmeyebilir, daha üst aşama da bağımsız oluşumundan dolayı dengeyi yeniden kurabilir. O halde, alttaki bir bozukluğun eğer bozukluk kendi alanında ise üstteki aşamada da benzerinin üretilmesine yatkın hale getirdiğini (sebep olduğunu değil) söyleyebiliriz.
Öte yandan daha alttakini kısmen aştığı için daha üst aşama daha alttakini bastırabilir. Örneğin seks seksi bastıramaz ama akıl seksi bastırabilir; çünkü yapısal organizasyonda akıl seksten daha yüksektir.
Burada kullandığım şekli ile baskı kavramı içsel bir olayı anlatır; önceki (evreye) karşı sağlam olmayan varlık duygusunu savunmak için ayrı benlik tarafından kışkırtılır. Bastırma diğerleri tarafından sebep olunmamakta veya ortaya çıkarılmamaktadır, ve değişik derecelerde en kırsal çevrede dahi vuku bulacaktır. Çünkü James'in söylediği gibi şölende sırıtacak kafatasından azâde çevre yoktur. Kişilik sisteminin çok tehlikeli olan, çok fazla ölüm-suç içeren, tabu ile suçlanan his, seziş, coşku, idrak gibi herhangi bir boyutu sistemden ayrılacak, feshedilecek, yok edilecektir. Bununla birlikte bu tür baskı bozukluğu gerçekten yok etmiyor ama kesin olarak kapalı semboller (gizli metin) ve rahatsız edici belirtiler göndererek varlığını hissettirdiği bilinçaltına gönderir.
Bir birey başka birini direkt olarak bastıramaz, engelleyemez, ama ona eziyet ve sıkıntı verebilir. Bu sıkıntının birkaç sonucu vardır. Bunlardan ikisi şunlardır: (1) Eziyet mübadele süreçlerini ve mürekkep bireyin bütün evrelerine veya herhangi birine ait kapasiteyi bozar ve çarpıtır (Marx'ın maddî alışverişi, Freud'un cinsel içgüdü alışverişini, Socrates'in zihinsel komünikatif alışverişi ve İsa'nın ruhsal-manevî alışverişi araştırması gibi); ve (2) ayrı kişilik, bu tür sıkıntı atmosferine maruz kaldığı (ve adapte olmaya ve intibak etmeye çalıştığı) için özünde haricî olan baskıyı içselleştirir ve içselleştirilmiş sıkıntı, eziyet kişiliğin kendi kendine üreteceği, neden olacağı baskıdan fazla artı bir baskıya dönüşür.
Şu ana kadarki genellemelerimiz şunlardır: (1) Daha üst evre daha alt olanın vasıtası ile, onun içinden gelmekle birlikte ondan meydana gelmez; (2) bozuk bir alt aşama daha üst aşamanın kendi alanında benzer bozuklukları yeniden üretmesi eğilimindedir, ancak (3) kesin olarak üst evrenin bu bozuklukları üretmesine sebep olmaz (üst evre belli ölçülerde bu bozuklukları onarabilir, telafi edebilir); (4) birey savunma şeklinde (fiziksel, duygusal, zihinsel, ruhsal) alışveriş düzeylerinden hepsini veya herhangi birini bir dereceye kadar bastırabilir veya içten bozabilir; (5) haricî bir (güçlü) kişilik bir bireyin alışveriş evrelerini bozabilir ve sıkıntıya sokabilir; ve (6) içselleştirilmiş sıkıntı artı bastırmadır.
Sosyolojide Kapsamlı Bir Eleştirel Teorinin Temeli
Başka bir yerde bu genellemelerin, indirgemeci eğilimlerini almaksızın Marx ve Freud gibi teorisyenlerin esaslarını yeniden kurmaya nasıl yardımcı olabileceğini savunmuştum. Mürekkep bireyin etkileşim alışverişinin ve yapısal organizasyonun evrelerini incelerken birçok teorisyenin bir evreyi aldığını ve onu paradigma yapmaya çalıştıklarını görürüz. İdealistlerin yaptıkları gibi eğer üst bir evreyi almışlarsa alt evreleri uygun olmadıkları üst düzeylere yükseltme veya alt evrelerin hepsini birden gözardı etme eğilimindedirler. Örneğin tarihi Hegel'e göre okuyan biri her zaman maddî dünyanın her an uçup gittiği gibi bir izlenime kapılır. Bu Marx'ı o kadar rahatsız etti ki, o da bunun zıddı ama tamamen standart indirgemeci yaklaşımı benimsedi. "Tek gerçek evre" olarak adlandırdığı alt bir evreyi aldı, sonra da bütün daha yüksek evreleri bu evreye indirgedi veya en azından bütün üst evreleri bu evre açısından açıkladı. Burada Marx'ın maddî evreyi ve onun alışveriş paradigmasını bütün mevcudiyetin temeli yaptığını söylememize gerek yoktur. Freud da ikinci evre için tamamen aynı şeyi yapmıştır; cinsel içgüdü enerjileri gerçekliğin kendisidir ve kültür, benlik, akıl-zihin, din gibi cinsel içgüdünün dışındaki herşey libidoyu saran, onu örten unsurlardır. Bir sonraki aşamada genellikle zihinsel bilinçliliği cinsel sonuçlara veya maddesel üretim biçimine indirgemeyi takdire şayan bir şekilde reddeden, bunun yerine zihni-aklı gelişim aşamalarında kendine uygun doğru ve üst konumuna yerleştiren teorisyenler vardır, ancak bunlar da aklın üstündeki alanların varlığını reddetme eğilimindeler, bu sebeple de "manevî ruhsal gerçeklikleri" gerçek referansları olmayan sadece işlevsel semboller olarak açıklayan yaklaşımlarıyla standart indirgemeciliğe düşmektedirler. Bu teorisyenler için (Habermas gibi) iletişim paradigma olmakta ve doğrudan ruhsal bilinçlilik türemiş bir statüye uydurulmaktadır.
Ancak bu teorisyenlerin yapmış oldukları çok önemli katkıları da görebilirsiniz. Örneğin Marx, materyal-ekonomik alışveriş süreci bastırıldığında, bozuk-çarpıtılmış yapının yabancılaşmış düşünce ve duygular veya "yanlış bilinçlilik" oluşturma eğiliminde olduğunu, böylece sanat, felsefe ve din gibi üst kültürel ürünlerin zulmün, baskının hizmetinde ideoloji olarak zorla kabul ettirildiklerini, herbirinin kendine has yöntemi ile "kitlelerin afyonu" olduklarını ısrarla göstermeye çalışmıştır. Benzer şekilde Freud cinsel içgüdü sapma ve bozulmalarının bilinçte zihinsel düşüncelerin serbest akımını engelleyen semptomatik (patolojik) sertleşmeler oluşturduğunu ve genellikle kendi mevcudiyetinin görünüşüne yabancılaşmış sahte bir kişilik veya aldatıcı görüntü formunda yanlış bilinçliliğin başka bir türünü oluşturduğunu gösterdi. (Çünkü kişilik diğerleri ile bağımlı alışverişleri görüntülerinden sapmıştır, obje-ilişkileri teorisi üzerine modern vurgu bu sebepledir.)
Şimdi bütün bu yaklaşımları indirgemeci yönlerini bırakarak almak istiyoruz. Marx ve Freud'un her ikisi de "Bozuk bir alt aşama üst aşamada da benzer bozukluğu yeniden üretme eğilimindedir" (doğru bir ifade olduğunu belirtmeliyiz) yaklaşımından "üst evredeki bozuklukların tamamen alttaki bozukluklardan kaynaklandığı," "bu sebeple daha üst evrenin varlığının alttaki bozukluğa bağlı olduğu, eğer altta bir bozukluk veya sapma yoksa üst aşamada da olmayacağı" yaklaşımına varırlar. Üstteki bozukluklar kısmen alttakilerden kaynaklanmakla birlikte, tamamen kendilerine has sebeplerden dolayı da bozukluk gösterebilirler. Üst evrelerin varlığını alttaki bozukluklara bağlamak içten ve dışarıdan gelen baskıyı gelişimin bütünü için esas kabul etme anlamına gelir ki, bu da tam anlamıyla indirgemeciliktir. Bu sebeple ortodoks Marksist yaklaşıma göre maddesel alışveriş komünleştirilince felsefe, sanat, din ve benzer şeylere ihtiyaç olmayacaktır; benzer şekilde Freudçu düşünce de içgüdüsel dürtülerin bozulmaması, sapmaması durumunda aklın hiçbir zaman ortaya çıkmayacağını, gelişmeyeceğini ileri sürer. İndirgemeci yönlerini birinci ve üçüncü genellemelerle telafi ederek bu teorisyenlerin görüşlerinden ikinci genellemeyle birlikte yararlanabiliriz.
Benim maksadım mürekkep insan tekini oluşturan (psiko-sosyal) alış-veriş ilişkilerinin hiyerarşik evreleri ve gelişim mantığının ayrıntılı, çok disiplinli bir analizi ile kapsamlı, birleşik bir eleştirel sosyolojik teorinin en iyi şekilde kurulabileceğini göstermektir. Teori iki önemli açıdan eleştirel olacaktır: (1) yapısal organizasyonun her üst evresinin belirleyiciliği ve her alt evrenin karşılaştırmalı kısmîliğinin eleştirisi. İkincisi, ekonomik, duygusal, komünikatif veya ruhsal alanlardan birinde bozukluğa ve sapmaya sebep olan tarihsel oluşumları düzeltici bir sorgulama olarak taleplerde ve aşamanın kendi sınırları içinde bir eleştiridir. Birincisi ise daha üst evrelere yükselmeyi düzenleyici olarak talepler ve aşamalar arasında bir eleştiridir. Biri yatay, diğeri dikey bir iyileşme düzelmedir ve birbirlerine bağımlı değildirler - üst bir evreye geçiş alt bir evrenin sağlıklı bir normalleşmesini sağlamayacağı gibi, alt bir evrenin iyileşmesi üst bir evrenin oluşumuna neden olmaz. (8. bölümde bu konuya tekrar döneceğiz).
Kısaca analiz düzeylerimiz şunları içerecektir: (1) paradigması yiyecek tüketimi ve tabiî ortamdan yiyecek elde edilişi olan, alanı (teknik) işçilik, örnek analizcisi Marx olan maddî alış-verişin fiziksel aşaması; (2) paradigması nefes alma ve seks, alanı cinsellikten ve güçten duyulan duygusal coşku ve örnek analizcisi Freud olan pranik (cinsel) alış-verişin coşku = duygu evresi; (3) paradigması söylev (dil), alanı iletişim ve örnek analizcisi Sokrates olan sembolik alış-verişin zihinsel evresi; (4) paradigması siddhi (veya psişik sezgi ve genelde görüş mantığı), alanı yogik kundalini ve örnek analizcisi Patanjali olan sezgisel alış-verişin psişik evresi; (5) paradigması shabd-vahy ve ince kavrayışlı aydınlanma (savikalpa samadhi), alanı azizlere mahsus "göksellik" (Brahma-Loka, bir kimsenin sahip olduğu birleşik kişiliğin üst yapısal potansiyeli) ve ilk örnek analizcisi Musa/St. Paul/Kirpal Singh olan evre; ve (6) paradigması Tanrı'da (Nirvikalpa/sahaj samadhi) tam bir özümseniş ve bütünleşme, alanı bilgece tanrısallık ve ilk örnek analizcisi Buddha/Krishna/İsa olan sınırsız alış-verişin nedensel evresi.
Transandantal Sosyoloji, Ken Wilber. İnsan Yayınları. Bölüm 3, sf 49-59.
~
..başka diyagramlar için: şu site..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder