"Bir Türk vatandaşı olmamama rağmen, çocukluğumdan beri, dolayısıyla da tüm hayatım boyunca benim bir parçam olan Türklük saldırı altındaydı. Kadın, erkek bazı tanınmış insanlar şaşkınlıklarını ve kaygılarını dile getiriyorlardı, fakat seslerinin yeterince güçlü çıkmadığını düşünüyordum. Özellikle de kadın haklarının korunması konusunda onlara katılmak istedim. Türk medyasının çabalarıyla, tabiri caizse "tanınmış bir kişi" haline geldiğimden, aynı zamanda "toplumsal bir aktarım figürü" de olmuştum. Bu, toplumdaki pek çok insanın kendilerine ait özelliklerini, isteklerini, korkularını bana yansıtmaları ve dışsallaştırmaları ve sonra temel olarak kendi fantezileri doğrultusunda beni algılamaları anlamına geliyordu. Basında ve televizyon programlarında benimle daha önce tanışmamış olan pek çok kişi, Nobel Barış Ödülü adayı bir akademisyen olarak, Türkiye'nin kimlik sorunlarına çözüm bulunmasında yardımcı olmamdan bahsediyor ve samimi sözler sarfediyordu. Başkaları için ise CIA ya da Mossad tarafından Türkiye'yi bölmesi için gönderilmiş bir ajandım! Üç psikiyatr -ikisi geçmişte kısa bir süre karşılaşmış olduğum erkek, üçüncüsü ise hiç karşılaşmadığım bir kadındı- patolojik bir şekilde bana takılıp kaldılar ve bana internet ve televizyon aracılığıyla yaptıkları saldırılar bende rahatsızlık uyandırdı. Bazı günler bir gazetede yüceltilirken, başka bir gazetede tehlikeli biri olduğum ilan ediliyordu. Başka bir şey daha öğrendim. Bu, toplumsal bir aktarım figürü haline gelmenin yarattığı çılgınlıkla ilgiliydi ve bu koşullar altında dengeli bir durumda kalmak gerekiyordu. Dünyanın her tarafında, gündelik yaşamlarını birer toplumsal aktarım figürü olarak geçirmek zorunda kalan siyasî liderleri düşündüm ve onların yanlış anlaşılmalara dayanma gücünü takdir ettim."
Vamık D. Volkan'ın Divandaki Düşmanlar kitabından, sf 505-6..
Vamık D. Volkan'ın Divandaki Düşmanlar kitabından, sf 505-6..
~
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder