"Hep birlikte günlük yaşam ilişkilerimize düzen getirip getiremeyeceğimizi araştıracağız, çünkü ilişki toplumdur. Sizinle benim aramdaki, benimle bir başkası arasındaki ilişki toplumun yapısıdır. Başka bir deyişle, ilişki toplumun yapısı ve doğasıdır. Bunu çok yalın bir biçimde ortaya koyuyoruz. İlişkide hiçbir düzen olmadığında –şimdikilerde olmadığı gibi– her hareket çelişkili olmaya ve aynı zamanda çok büyük üzüntü, karmaşa, zarar ve çatışma üretmeye zorunludur. Lütfen yalnızca ben konuşmayayım, gelin bunu sizlerle paylaşalım, çünkü birlikte bir yolculuğa çıkıyoruz, belki de el ele, sevgiyle, saygıyla. Eğer öylece oturup dinlerseniz ya da ders alıyormuş gibiyseniz, korkarım siz ve ben bu yolculuğa birlikte el ele çıkamayız. Öyleyse lütfen kendi zihninizi; kiminle olduğu önemli değil, ister karınızla, ister çocuklarınızla, ister komşunuzla, isterse devletinizle olsun, kendi ilişkinizi inceleyin ve o ilişkide düzen olup olmadığına bakın, çünkü düzen gereklidir, doğruluk gereklidir. Düzen erdemdir; öyle matematiksel, öyle arı ve eksiksizdir ki, biz böyle bir düzenin olup olmadığını bulmaya çalışacağız.
Hiç kimse ilişkisiz yaşayamaz. Dağlara çekilebilir, bir rahip, bir sanyasi olabilir, çöllerde tek başınıza dolaşabilirsiniz, ama ilişkidesinizdir. Bu mutlak olgudan kaçamazsınız. Soyutlanırsanız var olamazsınız. Zihniniz soyutlanarak var olduğunu ya da bir soyutlanma hali ortaya çıkardığını sanabilir, ama bu soyutlanmada bile ilişkidesinizdir. Yaşam ilişkidir, yaşamak ilişkidir. Siz ve ben çevremize bir duvar örmüşsek ve o duvarın üstünden dışarıya ara sıra göz atıyorsak yaşayamayız. Bilinçsizce, derinden, o duvarın altından ilişkideyizdir. İlişkinin bu noktasına çok dikkat ettiğimizi pek sanmıyorum. Sizin kitaplarınız ilişkiden söz etmezler; onlar Tanrı, ibadet, yöntemler, nasıl nefes alınacağı, şunu ya da bunu yapıp yapmamanız gerektiği hakkında konuşurlar, ama bana söylenen ilişkiden hiç söz edilmediği.
İlişki tıpkı özgürlükte olduğu gibi sorumluluk gerektirir. Bağlı olmak yaşamaktır; yaşamdır; varoluştur. Eğer ilişkide bir düzensizlik varsa, bütün toplumumuz, kültürümüz, tıpkı şu anda olduğu gibi parçalara ayrılır.
Öyleyse düzen nedir, özgürlük nedir, ilişki nedir? Düzensizlik nedir? Çünkü eğer zihin neyin düzensizlik oluşturduğunu derinden, içten anlarsa, o içgörüden, o farkındalıktan, o gözlemden doğal olarak düzen oluşur. Bu, olması gereken bir düzen modeli değil, bizim içinde büyüdüğümüz, din aracılığıyla, kültür aracılığıyla kurulmuş olan düzenin ne olması gerektiği ya da ne olduğudur. İster kültürel, toplumsal, yasal bir düzen olsun, isterse dinsel bir düzen olsun, zihin o düzene, bir toplumsal hareket ya da belirli liderler tarafından kurulan bir modele boyun eğmeye çalışmıştır. Bu, bana göre düzen değildir, çünkü içinde uygunluk vardır ve uygunluğun olduğu yerde düzensizlik vardır. Nerede yetkenin kabulü, nerede karşılaştırmalı varoluş, başka bir deyişle, kendini bir başkasıyla karşılaştırma, ölçme varsa, orada düzensizlik vardır. Sizlere bunun nedenini açıklayayım.
Zihninizin neden uygunluk gösterdiğini kendinize hiç sordunuz mu? Bir modele uyduğunuzun farkında mısınız? Ne tür bir model olduğu önemli değil, kendiniz için bir model oluşturmuş olmanız ya da o modelin sizin için kurulu olması da. Neden hep uygunluk gösterirsiniz? Kuşkusuz uygunluğun olduğu yerde özgürlük olamaz. Ama zihin her zaman özgürlüğü arar –ne kadar zeki, ne kadar duyarlı ve bilinçliyse, istek de o kadar artar. Zihin uyar, öykünür, çünkü bir modeli izlemede, uygunlukta daha çok güven bulur. Bu apaçık bir olgudur. Toplumsal olan her şeyi yaparsınız, çünkü uymak daha iyidir. Yurtdışında eğitim almış olabilirsiniz, olağanüstü bir bilim adamı, siyasetçi olabilirsiniz, ama eğer tapınaklara gitmez ya da size yapmanız söylenen sıradan şeyleri yapmazsanız, kötü bir şeylerin olacağına ilişkin gizli bir korku duyar ve böylece uygunluk gösterirsiniz: Uygunluk gösteren bir zihne ne olur? Bunu lütfen sorgulayın. Uygunluk gösterdiğinizde zihninize ne olur? Her şeyden önce burada özgürlüğün, algının, bağımsız sorgulamanın tamamıyla yadsınması söz konusudur. Uygunluk gösterdiğinizde korku vardır. Öyle değil mi? Çocukluktan başlayarak zihin sınavlardan geçmek, bir diploma sahibi olmak, eğer şanslıysa bir iş bulmak ve evlenmek gibi toplumun kurmuş olduğu bir modele uymak, öykünmek üzere eğitilmiştir. O modeli kabul edersiniz ve onun dışına çıkmaya korkarsınız.
Öyleyse siz içten içe özgürlüğü yadsır, ondan korkar, ortaya çıkarmak, araştırmak, sorgulamak, sormak için özgür olmadığınız duygusuna kapılırsınız. Dolayısıyla bu, ilişkilerimizde düzensizlik oluşturur. Bununla derinden ilgilenmeye, gerçek bir içgörü sahibi olmaya, bunun hakikatini görmeye çalışıyoruz; zihni özgür kılan, birkaç uygulama ya da sorgulama değil, 'olan'ın gerçek algılanışı anlamına gelen hakikatin algılanışıdır.
Korkuyla, uygunlukla, bir karşılaştırma olan ölçümle ilişkilerimize hem içten hem de dıştan düzensizlik getiririz. Her ne kadar yakın olursak olalım, ilişkilerimiz yalnızca birbirimiz arasında değil, dışarıdan bakıldığında da bir düzensizlik içindedir. Eğer o düzensizliği açıkça görürsek –yalnızca dış anlamda değil, kendi içimizde derinden onun bütün yönlerini görürsek– bu kavrayıştan düzen ortaya çıkar. Böylece bize yüklenmiş bir düzene göre yaşamak zorunda kalmayız. Düzenin hiçbir modeli yoktur; düzen bir kopya değildir, düzensizliğin ne olduğunun kavranmasıyla ortaya çıkar. Bir ilişkide düzensizliği ne kadar iyi anlarsanız, düzen o kadar olağanüstü olur. Öyleyse şimdi birbirimizle olan ilişkimizin ne olduğunu bulmamız gerekiyor.
Birbirinizle olan ilişkiniz nedir? Herhangi bir ilişkiniz var mı, yoksa ilişkiniz geçmişinizle mi? Geçmiş, bütün imgeleri, deneyimi, bilgisiyle sizin ilişki diye adlandırdığınız şeyi oluşturur. Ama ilişkide bilgi düzensizliğe neden olur. Ben sizinle ilişkideyim; sizin oğlunuz, babanız, karınız, kocanızım diyelim. Birlikte yaşamışız, siz beni incitmişsiniz, ben sizi incitmişim. Başımın etini yemişsiniz, kabalık etmiş, beni dövmüş, arkamdan konuşmuş ya da yüzüme ağır şeyler söylemişsiniz. Böylece sizinle on yıl ya da iki gün birlikte yaşamışım ve o acılar, tedirginlikler, cinsel hazlar, can sıkıntılar, acı sözler bende anı olarak kalmış. Bunlar anıları saklayan beyin hücrelerime kaydolur. Dolayısıyla sizinle olan ilişkim geçmiş üzerine kuruludur. Geçmiş benim yaşamımdır. Eğer gözlemlerseniz, zihninizin, yaşamınızın, davranışlarınızın nasıl geçmişe bağlı olduğunu göreceksiniz. Geçmişe bağlı olan bir ilişki düzensizlik yaratmaya zorunludur. Başka bir deyişle, bir ilişki hakkında bildikleriniz düzensizliği de beraberinde getirir. Eğer beni incitmişseniz, ben bunu anımsarım; siz beni dün ya da bir hafta önce incitmişseniz, bu benim zihnimde kalır, bu benim sizin hakkınızdaki bildiklerimdir. Bu bilgi ilişkiyi engeller; ilişkideki bu bilgi düzensizlik doğurur. Öyleyse soru şu:Beni incittiğinizde, övdüğünüzde ya da utandırdığınızda, zihin bunu o anda kaydetmeden silip atabilir mi? Bunu hiç denediniz mi?
Diyelim, dün birisi bana hiç de doğru olmayan oldukça acı şeyler söyledi ve onun söyledikleri kaydoldu. Zihin o kişiyi o kayıtla belirler ve ona göre hareket eder. Bir ilişkide zihin o sövgüyle, o acı sözcüklerle, o doğru olmayan şeylerle hareket ettiğinde, bu bilgiler ilişkiye düzensizlik getirir. Öyle değil mi? Peki zihin sövüldüğü ya da övüldüğü anda nasıl kayda geçmeyebilir? Çünkü benim için yaşamdaki en önemli şey ilişkidir. İlişki olmadığında düzensizlik vardır. Düzenin, matematiksel düzenin en ileri biçimi olan eksiksiz bir düzenin içinde yaşayan bir zihin, bir dakika için bile olsa üzerine düzensizliğin gölgesinin düşmesine izin vermez. O düzensizlik, zihin ilişkideki geçmiş bilgilere dayanarak hareket ettiğinde ortaya çıkar. Öyleyse zihin nasıl olacak da sövgüyü ya da övgüyü olduğu gibi kaydetmeyecek, ama yapıldığını bilecektir?Yapıldığını bilip kaydetmeyebilir ve böylelikle ilişkide temiz, sağlıklı ve bütünsel kalabilir mi?
Bununla ilgileniyor musunuz? Eğer gerçekten ilgileniyorsanız, bu yaşamdaki en büyük sorun, bir ilişkide yaşamın zihin hiç incinmeden, bozulmadan nasıl geçeceğidir. Şimdi sizce buna olanak var mıdır? Olanaksız bir soru ortaya koyduk. Olanaksız bir soru ve biz olanaksız yanıtı bulmak zorundayız. Çünkü olanaklı yanıt sıradandır, çoktan verilmiştir; ama eğer olanaksızı sorarsanız, zihin yanıtı bulmak zorundadır. Zihin bunu yapabilir mi? İşte bu sevgidir. Hiçbir sövgüyü, hiçbir övgüyü kaydetmeyen zihin, sevginin ne olduğunu bilir.
Zihin hiç ama hiç, kesinlikle hiçbir zaman sövgüyü ya da övgüyü kaydetmeyebilir mi? Bu olanaklı mıdır? Eğer zihin buna yanıt bulabilirse, ilişki sorununu çözmüştür. Biz ilişki içinde yaşarız. İlişki soyut değil, günlük bir yaşam olgusudur. İşyerinize gidin gelin, karınızla sevişin ya da tartışın, hep ilişkidesinizdir. Eğer o ilişkide, siz ve bir başkası arasında ya da siz ve başkaları arasında bir düzen yoksa, eninde sonunda düzensizlik oluşturacak bir kültür yaratırsınız –tıpkı şu anda olduğu gibi. Öyleyse düzen kesinlikle gereklidir. Bunu bulmak için zihin, her ne kadar sövülmüş, incinmiş, kaba davranışlara uğramış, acı sözler işitmiş olsa da, bunları bir saniye bile olsa tutmayabilir mi? Çünkü tuttuğunuz anda çoktan kaydolmuş ve zihin hücrelerinde bir iz bırakmıştır. Sorunun ne kadar zor olduğuna bakın. Zihin tamamıyla saf kalacak biçimde bunu yapabilir mi? Saf bir zihin demek incinmeyen bir zihin demektir. Çünkü incinmeyen bir zihin, bir başkasını da incitmeyecektir. Peki bu olanaklı mıdır? Etkinin, olayın, kötülüğün, güvensizliğin her biçimi zihne atılır. Zihin bunları hiç kaydetmeyebilir ve böylece çok saf, çok temiz kalabilir mi? Bunu hep birlikte bulacağız.
Bu konuya sevginin ne olduğunu sorarak girelim. Sevgi düşüncenin ürünü müdür? Sevgi zamanın alanı içinde midir? Sevgi haz mıdır? İşlenebilen, uygulanabilen, düşünceyle kurulabilen bir şey midir? Bunu sorgularken şu soru yanıtlanmalıdır: Sevgi, cinsel ya da başka herhangi türde bir haz mıdır? Zihinlerimiz sürekli hazzın peşindedir: Dün iyi bir yemek yediysem, o yemeğin hazzı kaydedilir, daha çoğunu isterim, daha iyi bir yemek ya da yarın da aynı tür bir yemek isterim. Günbatımından ya da yaprakların ardındaki ay'ı seyretmekten, açık denizlerde bir dalga görmekten büyük tat alırım. O güzellik büyük tat verir ve bu büyük bir hazdır. Zihin onu kaydeder, onun yinelenmesini ister. Düşünce cinsellik hakkında düşünür, onun yinelenmesini ister ve siz buna sevgi dersiniz, öyle değil mi? Cinsellik hakkında konuştuğumuzda utanmayın. Cinsellik yaşamınızın bir parçasıdır. Onu gizlenecek bir şey haline getirdiniz, çünkü bir tek cinsel özgürlüğün dışındaki her türlü özgürlüğü yadsıdınız.
Öyleyse sevgi haz mıdır? Hazzın düşünceyle oluşturulduğu gibi, sevgi de düşünceyle mi oluşturulmuştur? Sevgi kıskançlık mıdır? Kıskanç, açgözlü, hırslı, vahşi, boyun eğen, uygunluk gösteren, tamamıyla düzensizlik içinde olan biri sevebilir mi? Öyleyse nedir sevgi? Açıkça görülüyor ki, bunların hiçbiri değil. Sevgi haz değildir. Lütfen hazzın önemini anlayın. Haz düşünceyle güçlenir, bu nedenle düşünce sevgi değildir. Düşünce sevgiyi geliştiremez. Düşünce tıpkı korkuda olduğu gibi haz arayışını besler, ama sevgi yaratamaz ya da oluşturamaz. Bunun hakikati görün. O zaman hırsınızı, açgözlülüğünüzü bir yana atacaksınız. Olumsuzlama yoluyla en olumlu ve en olağanüstü şey olan sevgiye ulaşacaksınız.
Bir ilişkideki düzensizlik o ilişkide hiç sevgi olmadığı anlamına gelir ve düzensizlik uygunluk gösterme söz konusu olduğunda ortaya çıkar. Öyleyse hazzın belirli bir modeline uyan bir zihin, sevginin ne olduğunu hiçbir zaman bilemez. Düzensizliğin bütün gelişimini anlamış olan bir zihin sonunda 'erdem' denen bir düzene ve dolayısıyla sevgiye varır. Bu sizin yaşamınız, benim değil. Eğer bu biçimde yaşamazsanız, çok mutsuz olursunuz, toplumsal düzensizlik içinde hapsolur ve o akıntıda sonsuza dek sürüklenirsiniz. Sevginin, düzenin ne olduğunu bilen, yalnızca o akıntıdan kurtulan kişidir."
J. Krishnamurti
Sevgi ve Yalnızlık Üzerine, sf 11-18..
Çeviren: Elif Özbaş
Ayna Yayınları, İstanbul 2003.
Ayna Yayınları, İstanbul 2003.