Loading

26 Haziran 2011 Pazar

Sevgi üzerine..

"Hep birlikte günlük yaşam ilişkilerimize düzen getirip getiremeyeceğimizi araştıracağız, çünkü ilişki toplumdur. Sizinle benim aramdaki, benimle bir başkası arasındaki ilişki toplumun yapısıdır. Başka bir deyişle, ilişki toplumun yapısı ve doğasıdır. Bunu çok yalın bir biçimde ortaya koyuyoruz. İlişkide hiçbir düzen olmadığında –şimdikilerde olmadığı gibi– her hareket çelişkili olmaya ve aynı zamanda çok büyük üzüntü, karmaşa, zarar ve çatışma üretmeye zorunludur. Lütfen yalnızca ben konuşmayayım, gelin bunu sizlerle paylaşalım, çünkü birlikte bir yolculuğa çıkıyoruz, belki de el ele, sevgiyle, saygıyla. Eğer öylece oturup dinlerseniz ya da ders alıyormuş gibiyseniz, korkarım siz ve ben bu yolculuğa birlikte el ele çıkamayız. Öyleyse lütfen kendi zihninizi; kiminle olduğu önemli değil, ister karınızla, ister çocuklarınızla, ister komşunuzla, isterse devletinizle olsun, kendi ilişkinizi inceleyin ve o ilişkide düzen olup olmadığına bakın, çünkü düzen gereklidir, doğruluk gereklidir. Düzen erdemdir; öyle matematiksel, öyle arı ve eksiksizdir ki, biz böyle bir düzenin olup olmadığını bulmaya çalışacağız.

Hiç kimse ilişkisiz yaşayamaz. Dağlara çekilebilir, bir rahip, bir sanyasi olabilir, çöllerde tek başınıza dolaşabilirsiniz, ama ilişkidesinizdir. Bu mutlak olgudan kaçamazsınız. So­yutlanırsanız var olamazsınız. Zihniniz soyutlanarak var ol­duğunu ya da bir soyutlanma hali ortaya çıkardığını sana­bilir, ama bu soyutlanmada bile ilişkidesinizdir. Yaşam iliş­kidir, yaşamak ilişkidir. Siz ve ben çevremize bir duvar örmüşsek ve o duvarın üstünden dışarıya ara sıra göz atıyor­sak yaşayamayız. Bilinçsizce, derinden, o duvarın altından ilişkideyizdir. İlişkinin bu noktasına çok dikkat ettiğimizi pek sanmıyorum. Sizin kitaplarınız ilişkiden söz etmezler; onlar Tanrı, ibadet, yöntemler, nasıl nefes alınacağı, şunu ya da bunu yapıp yapmamanız gerektiği hakkında konu­şurlar, ama bana söylenen ilişkiden hiç söz edilmediği.
İlişki tıpkı özgürlükte olduğu gibi sorumluluk gerektirir. Bağlı olmak yaşamaktır; yaşamdır; varoluştur. Eğer ilişkide bir düzensizlik varsa, bütün toplumumuz, kültürümüz, tıp­kı şu anda olduğu gibi parçalara ayrılır.

Öyleyse düzen nedir, özgürlük nedir, ilişki nedir? Düzensiz­lik nedir? Çünkü eğer zihin neyin düzensizlik oluşturduğu­nu derinden, içten anlarsa, o içgörüden, o farkındalıktan, o gözlemden doğal olarak düzen oluşur. Bu, olması gereken bir düzen modeli değil, bizim içinde büyüdüğümüz, din aracılığıyla, kültür aracılığıyla kurulmuş olan düzenin ne ol­ması gerektiği ya da ne olduğudur. İster kültürel, toplum­sal, yasal bir düzen olsun, isterse dinsel bir düzen olsun, zihin o düzene, bir toplumsal hareket ya da belirli liderler ta­rafından kurulan bir modele boyun eğmeye çalışmıştır. Bu, bana göre düzen değildir, çünkü içinde uygunluk vardır ve uygunluğun olduğu yerde düzensizlik vardır. Nerede yet­kenin kabulü, nerede karşılaştırmalı varoluş, başka bir de­yişle, kendini bir başkasıyla karşılaştırma, ölçme varsa, ora­da düzensizlik vardır. Sizlere bunun nedenini açıklayayım.

Zihninizin neden uygunluk gösterdiğini kendinize hiç sor­dunuz mu? Bir modele uyduğunuzun farkında mısınız? Ne tür bir model olduğu önemli değil, kendiniz için bir model oluşturmuş olmanız ya da o modelin sizin için kurulu ol­ması da. Neden hep uygunluk gösterirsiniz? Kuşkusuz uy­gunluğun olduğu yerde özgürlük olamaz. Ama zihin her zaman özgürlüğü arar –ne kadar zeki, ne kadar duyarlı ve bilinçliyse, istek de o kadar artar. Zihin uyar, öykünür, çünkü bir modeli izlemede, uygunlukta daha çok güven bulur. Bu apaçık bir olgudur. Toplumsal olan her şeyi yaparsınız, çünkü uymak daha iyidir. Yurtdışında eğitim almış olabilir­siniz, olağanüstü bir bilim adamı, siyasetçi olabilirsiniz, ama eğer tapınaklara gitmez ya da size yapmanız söylenen sıra­dan şeyleri yapmazsanız, kötü bir şeylerin olacağına ilişkin gizli bir korku duyar ve böylece uygunluk gösterirsiniz: Uy­gunluk gösteren bir zihne ne olur? Bunu lütfen sorgulayın. Uygunluk gösterdiğinizde zihninize ne olur? Her şeyden önce burada özgürlüğün, algının, bağımsız sorgulamanın tamamıyla yadsınması söz konusudur. Uygunluk gösterdiğinizde korku vardır. Öyle değil mi? Çocukluktan başlaya­rak zihin sınavlardan geçmek, bir diploma sahibi olmak, eğer şanslıysa bir iş bulmak ve evlenmek gibi toplumun kurmuş olduğu bir modele uymak, öykünmek üzere eğitil­miştir. O modeli kabul edersiniz ve onun dışına çıkmaya korkarsınız.

Öyleyse siz içten içe özgürlüğü yadsır, ondan korkar, orta­ya çıkarmak, araştırmak, sorgulamak, sormak için özgür olmadığınız duygusuna kapılırsınız. Dolayısıyla bu, ilişkileri­mizde düzensizlik oluşturur. Bununla derinden ilgilenme­ye, gerçek bir içgörü sahibi olmaya, bunun hakikatini gör­meye çalışıyoruz; zihni özgür kılan, birkaç uygulama ya da sorgulama değil, 'olan'ın gerçek algılanışı anlamına gelen hakikatin algılanışıdır.

Korkuyla, uygunlukla, bir karşılaştırma olan ölçümle ilişki­lerimize hem içten hem de dıştan düzensizlik getiririz. Her ne kadar yakın olursak olalım, ilişkilerimiz yalnızca birbiri­miz arasında değil, dışarıdan bakıldığında da bir düzensiz­lik içindedir. Eğer o düzensizliği açıkça görürsek –yalnızca dış anlamda değil, kendi içimizde derinden onun bütün yönlerini görürsek– bu kavrayıştan düzen ortaya çıkar. Böylece bize yüklenmiş bir düzene göre yaşamak zorunda kalmayız. Düzenin hiçbir modeli yoktur; düzen bir kopya değildir, düzensizliğin ne olduğunun kavranmasıyla ortaya çıkar. Bir ilişkide düzensizliği ne kadar iyi anlarsanız, dü­zen o kadar olağanüstü olur. Öyleyse şimdi birbirimizle olan ilişkimizin ne olduğunu bulmamız gerekiyor.

Birbirinizle olan ilişkiniz nedir? Herhangi bir ilişkiniz var mı, yoksa ilişkiniz geçmişinizle mi? Geçmiş, bütün imgele­ri, deneyimi, bilgisiyle sizin ilişki diye adlandırdığınız şeyi oluşturur. Ama ilişkide bilgi düzensizliğe neden olur. Ben sizinle ilişkideyim;  sizin oğlunuz, babanız, karınız, kocanızım diyelim. Birlikte yaşamışız, siz beni incitmişsiniz, ben sizi incitmişim. Başımın etini yemişsiniz, kabalık etmiş, be­ni dövmüş, arkamdan konuşmuş ya da yüzüme ağır şeyler söylemişsiniz. Böylece sizinle on yıl ya da iki gün birlikte yaşamışım ve o acılar, tedirginlikler, cinsel hazlar, can sıkıntılar, acı sözler bende anı olarak kalmış. Bunlar anıları saklayan beyin hücrelerime kaydolur. Dolayısıyla sizinle olan ilişkim geçmiş üzerine kuruludur. Geçmiş benim yaşamımdır. Eğer gözlemlerseniz, zihninizin, yaşamınızın, davranışlarınızın nasıl geçmişe bağlı olduğunu göreceksiniz. Geçmi­şe bağlı olan bir ilişki düzensizlik yaratmaya zorunludur. Başka bir deyişle, bir ilişki hakkında bildikleriniz düzensiz­liği de beraberinde getirir. Eğer beni incitmişseniz, ben bu­nu anımsarım; siz beni dün ya da bir hafta önce incitmişse­niz, bu benim zihnimde kalır, bu benim sizin hakkınızdaki bildiklerimdir. Bu bilgi ilişkiyi engeller; ilişkideki bu bilgi düzensizlik doğurur. Öyleyse soru şu:Beni incittiğinizde, övdüğünüzde ya da utandırdığınızda, zihin bunu o anda kaydetmeden silip atabilir mi? Bunu hiç denediniz mi?

Diyelim, dün birisi bana hiç de doğru olmayan oldukça acı şeyler söyledi ve onun söyledikleri kaydoldu. Zihin o kişi­yi o kayıtla belirler ve ona göre hareket eder. Bir ilişkide zi­hin o sövgüyle, o acı sözcüklerle, o doğru olmayan şeyler­le hareket ettiğinde, bu bilgiler ilişkiye düzensizlik getirir. Öyle değil mi? Peki zihin sövüldüğü ya da övüldüğü anda nasıl kayda geçmeyebilir? Çünkü benim için yaşamdaki en önemli şey ilişkidir. İlişki olmadığında düzensizlik vardır. Düzenin, matematiksel düzenin en ileri biçimi olan eksik­siz bir düzenin içinde yaşayan bir zihin, bir dakika için bi­le olsa üzerine düzensizliğin gölgesinin düşmesine izin ver­mez. O düzensizlik, zihin ilişkideki geçmiş bilgilere daya­narak hareket ettiğinde ortaya çıkar. Öyleyse zihin nasıl olacak da sövgüyü ya da övgüyü olduğu gibi kaydetmeye­cek, ama yapıldığını bilecektir?Yapıldığını bilip kaydetmeyebilir ve böylelikle ilişkide temiz, sağlıklı ve bütünsel ka­labilir mi?

Bununla ilgileniyor musunuz? Eğer gerçekten ilgileniyorsa­nız, bu yaşamdaki en büyük sorun, bir ilişkide yaşamın zi­hin hiç incinmeden, bozulmadan nasıl geçeceğidir. Şimdi sizce buna olanak var mıdır? Olanaksız bir soru ortaya koy­duk. Olanaksız bir soru ve biz olanaksız yanıtı bulmak zo­rundayız. Çünkü olanaklı yanıt sıradandır, çoktan verilmiş­tir; ama eğer olanaksızı sorarsanız, zihin yanıtı bulmak zo­rundadır. Zihin bunu yapabilir mi? İşte bu sevgidir. Hiçbir sövgüyü, hiçbir övgüyü kaydetmeyen zihin, sevginin ne ol­duğunu bilir.

Zihin hiç ama hiç, kesinlikle hiçbir zaman sövgüyü ya da övgüyü kaydetmeyebilir mi? Bu olanaklı mıdır? Eğer zihin buna yanıt bulabilirse, ilişki sorununu çözmüştür. Biz ilişki içinde yaşarız. İlişki soyut değil, günlük bir yaşam olgusu­dur. İşyerinize gidin gelin, karınızla sevişin ya da tartışın, hep ilişkidesinizdir. Eğer o ilişkide, siz ve bir başkası ara­sında ya da siz ve başkaları arasında bir düzen yoksa, enin­de sonunda düzensizlik oluşturacak bir kültür yaratırsınız –tıpkı şu anda olduğu gibi. Öyleyse düzen kesinlikle gerek­lidir. Bunu bulmak için zihin, her ne kadar sövülmüş, incin­miş, kaba davranışlara uğramış, acı sözler işitmiş olsa da, bunları bir saniye bile olsa tutmayabilir mi? Çünkü tuttuğunuz anda çoktan kaydolmuş ve zihin hücrelerinde bir iz bı­rakmıştır. Sorunun ne kadar zor olduğuna bakın. Zihin ta­mamıyla saf kalacak biçimde bunu yapabilir mi? Saf bir zi­hin demek incinmeyen bir zihin demektir. Çünkü incinme­yen bir zihin, bir başkasını da incitmeyecektir. Peki bu ola­naklı mıdır? Etkinin, olayın, kötülüğün, güvensizliğin her biçimi zihne atılır. Zihin bunları hiç kaydetmeyebilir ve böylece çok saf, çok temiz kalabilir mi? Bunu hep birlikte bulacağız.

Bu konuya sevginin ne olduğunu sorarak girelim. Sevgi dü­şüncenin ürünü müdür? Sevgi zamanın alanı içinde midir? Sevgi haz mıdır? İşlenebilen, uygulanabilen, düşünceyle kurulabilen bir şey midir? Bunu sorgularken şu soru yanıtlanmalıdır: Sevgi, cinsel ya da başka herhangi türde bir haz mıdır? Zihinlerimiz sürekli hazzın peşindedir: Dün iyi bir yemek yediysem, o yemeğin hazzı kaydedilir, daha çoğunu isterim, daha iyi bir yemek ya da yarın da aynı tür bir ye­mek isterim. Günbatımından ya da yaprakların ardındaki ay'ı seyretmekten, açık denizlerde bir dalga görmekten büyük tat alırım. O güzellik büyük tat verir ve bu büyük bir hazdır. Zihin onu kaydeder, onun yinelenmesini ister. Düşünce cinsellik hakkında düşünür, onun yinelenmesini ister ve siz buna sevgi dersiniz, öyle değil mi? Cinsellik hakkın­da konuştuğumuzda utanmayın. Cinsellik yaşamınızın bir parçasıdır. Onu gizlenecek bir şey haline getirdiniz, çünkü bir tek cinsel özgürlüğün dışındaki her türlü özgürlüğü yadsıdınız.

Öyleyse sevgi haz mıdır? Hazzın düşünceyle oluşturulduğu gibi, sevgi de düşünceyle mi oluşturulmuştur? Sevgi kıs­kançlık mıdır? Kıskanç, açgözlü, hırslı, vahşi, boyun eğen, uygunluk gösteren, tamamıyla düzensizlik içinde olan biri sevebilir mi? Öyleyse nedir sevgi? Açıkça görülüyor ki, bun­ların hiçbiri değil. Sevgi haz değildir. Lütfen hazzın önemini anlayın. Haz düşünceyle güçlenir, bu nedenle düşünce sevgi değildir. Düşünce sevgiyi geliştiremez. Düşünce tıpkı korkuda olduğu gibi haz arayışını besler, ama sevgi yarata­maz ya da oluşturamaz. Bunun hakikati görün. O zaman hırsınızı, açgözlülüğünüzü bir yana atacaksınız. Olumsuzlama yoluyla en olumlu ve en olağanüstü şey olan sevgiye ulaşacaksınız.

Bir ilişkideki düzensizlik o ilişkide hiç sevgi olmadığı anla­mına gelir ve düzensizlik uygunluk gösterme söz konusu olduğunda ortaya çıkar. Öyleyse hazzın belirli bir modeli­ne uyan bir zihin, sevginin ne olduğunu hiçbir zaman bile­mez. Düzensizliğin bütün gelişimini anlamış olan bir zihin sonunda 'erdem' denen bir düzene ve dolayısıyla sevgiye varır. Bu sizin yaşamınız, benim değil. Eğer bu biçimde ya­şamazsanız, çok mutsuz olursunuz, toplumsal düzensizlik içinde hapsolur ve o akıntıda sonsuza dek sürüklenirsiniz. Sevginin, düzenin ne olduğunu bilen, yalnızca o akıntıdan kurtulan kişidir."


J. Krishnamurti
Sevgi ve Yalnızlık Üzerine, sf 11-18..
Çeviren: Elif Özbaş
Ayna Yayınları, İstanbul 2003.