ŞAİRANE BİR ÇEVİRİ YAHUT TOPLUMBİLİMİN SERÜVENLERİ
Önümde bir kitap duruyor. Okuyucuya "toplumbilim"in önemini anlatan arka kapak, eserin dilimize şair Cemal Süreya tarafından çevrildiğini belirttikten sonra "Bu da değerini artıran ayrı bir özelliktir" diyor.*
(*Bouthoul, Toplumbilimin Tarihi, Varlık yayınevi, 1971.)
Şairin şairi çevirmesine alışmıştık. Delille, Fransız Akademisi'ni Les Géorgiques ile fethetmedi mi? Gérard de Nerval’i ölümsüzleştiren kendi şiirlerinden çok Faust tercümesi. Edgar Poe'yu dünyaya tanıtan Baudelaire.
Yeni olan, bir şairin "olumlu bilimler"e el atması. İtiraf edelim ki Bouthoul'un ağır, yapışkan ve tatsız ifadesini zevkle okunur hale getirmek için bir şairin himmetine ihtiyaç vardı. Ama sayın Cemal Süreya himmette biraz ileri gitmiş. Tercümenin bazı cümleleri Herakleitos'un hikmetleri gibi karanlık ve esrarlı, bazı cümleleri şuh bir yosma kadar sadakatsiz.
"Şiirsel buluş"lar kitabın isminden başlıyor: Toplumbilimin Tarihi. Sosyoloji düşünce dünyasına Comte'un armağanı; melez bir kelime, bahtsız bir kelime ama tapulu; 1830' da doğmuş, sosyal fizyoloji, sosyal fizik gibi rakiplerini unutturmuş ve zorla kabul ettirmiş kendini, Türk Darülfünunu "içtimaiyat"ı benimsemiş, Türk Üniversitesi "sosyoloji"yi. Toplumbilimin bir başka mahzuru da hukuk sosyolojisi, iktisat sosyolojisi, sanat sosyolojisi gibi tamlamalarda kullanılamayacak kadar uzun olmasıdır. Sonra "toplumbilimin tarihi" değil, "toplumbilim tarihi" (sanat tarihi, edebiyat tarihi, felsefe tarihi gibi).
Tercümenin ilk cümlesi bilmeceye benziyor; "Toplumsal olaylar üstüne düşüncede en belirgin ilerlemeler, olayların alışılmış çizgilerini ve geleneksel çözüm yollarını aşmasıyla meydana gelen bunalım dönemlerinde ya da ortaya çıkan bir bunalım dolayısıyla olmuştur". Şöyle denebilirdi; "Toplum olaylarıyla ilgili düşüncelerde kaydedilen en belirgin ilerlemeler, buhran devirlerinde veya bir buhran dolayısıyla, olaylar, alışılmış çerçevelerin ve çözüm yollarının dışına çıktığı zaman gerçekleşmiştir."
İkinci cümle daha nefis; "Çünkü değişmeyi kavramamız ancak kendiliğinden oluyor." Anladınız mı? Oysa Bouthoul şöyle diyor; "Car nous ne percevons spontanément que le changement." Türkçesi: "Zira tabiî olarak ancak değişikliği fark ederiz".
Üçüncü cümle bir harika: "Düzen birliği sağlanmış, oturmuş bir devlette düşüncemizi bu açıdan (hangi açıdan??) hiçbir şey uyarmamaktadır". Gördünüz mü felaketi! Devlet düzen birliğini sağlayınca düşünce uykuya dalıyor. Demek ki sosyal düşüncenin tek kaynağı anarşi. Comte'u, Durkheim'ı, Spencer'i yaratan hep "oturmamış devletler". Bouthoul şöyle diyor: "Dans un état uniforme et stable, notre attention n'est pas soIlicitée". Türkçesi: "Düzenli ve kararlı bir durumda dikkatimizi gerektiren birşey yoktur".
Devam edelim: "Toplumbilim, doğuşundan itibaren bir konuyu dönüşümü içinde izleyen tek bilim dalıdır." Fransızcası; "La sociologie est la seule science qui dès sa naissance ait poursuivi l'étude d'un objet en voie de transformation perpétuelle". Türkçesi: "Sosyoloji, doğuşundan beri, incelediği konu boyuna değişen tek ilimdir."
Sayın Cemal Süreya, birkaç satır sonra şöyle diyor: "Her toplumda, belirli ve çok ender olarak deneysel nitelik taşıyan bir toplumbilim vardır". Fransızcası: "II existe dans chaque société une sociologie latente, rarement exprimée". Çok ender olarak değil, nadiren. Deneysel bir nitelik taşıyan değil, ifade edilen. Belirsiz değil, gizli.
Karşı sayfada, şunları okuyoruz: "Bunlar Doğu halklarında özellikle din uğraşlarının nice önemli yer tuttuğunu gösteriyor". Doğu halklarında değil, doğu kavimlerinde. Din uğraşlarının değil, dinî kaygıların, dinî sorunların. Uğraş: bir güçlülüğü, bir kötülüğü ortadan kaldırmak için yapılan uğraşma, mücadele (TDK, Sözlük) "Nice önemli yer tuttuğu", şairane bir söyleyiş olacak. Düzyazıda "ne kadar önemli, çok önemli" denir.
Birkaç sayfa çevirelim: "Bütün kurgularını bir ahlâk düşüncesi halinde geliştirirler, eşitçi düşüncenin kanıtlarını verirler..." Fransızcası: "Toutes leurs spéculations procèdent des préoccupations éthiques: ils font preuve d'esprit égalitaire.." Türkçesi: "Bütün düşüncelerinin kaynağında, ahlâkî kaygılar vardır: eşitlikten yanadırlar..."
Sayfa 11: "Platon'un savları, yargıları, gerçek bir toplumsal felsefe sistemi ortaya koyan dev bir yapıtta, Cumhuriyet'te toplanmıştır." Platon'un Türkçesi Eflatun'dur, İngilizcesi Plato olduğu gibi. République latince res publica'nın Fransızcası. Res publica, devlet. Eflatun'un kaleme aldığı eserin adı: Hé Politeia é peri tés dikes.
Sayın toplumbilim çevirmeni, o "dev yapıt"a bir göz atmak tenezzülünde bulunsa idi, Atinalı filozofun ütopyası ile Cumhuriyet arasında hiçbir münasebet bulunmadığını anlardı. Kaldı ki, gerek Millî Eğitim Bakanlığı'nın gerekse Sabahattin Eyüboğlu'nun çevirileri Devlet başlığını taşımaktadır. Eflatun'un tek amacı vardır: ferdi de, devleti de aristokratlaştırmak. Yani ferdi aklın, devleti de en değerli vatandaşların yönetmesini ister Eflatun. Sosyoloji ile ilgisi olan her üniversite talebesinin pekâlâ bildiği bu gerçekler sayın şairimizin de meçhulü olamaz. Bu şairane tasarrufu, onun Cumhuriyet'e karşı beslediği aşırı sevgi ile izah etmekten başka çare yok.
Ne yazık ki, üstadın bütün tasarruflarını aynı kolaylıkla vuzuha kavuşturamıyoruz. Okuyalım (sayfa 12): "Hattâ Platon bazı yaş sınırları dışında ve yasaca belirlenmiş durumlarda baba olan yurttaşlara çocuklarını kurban etme hakkı vermeğe kadar götürür işi". Aman yarabbi! Neler söylüyor bu "Platon"? Fransızcası: "Il va même jusqu'à déclarer sacrilèges les citoyens qui s'aviseraient d'être pères en dehors des limites d'âge et des conditions réglées par la loi". Görüyoruz ki, Eflatun hiç kimseye böyle bir cellâtlık hakkı vermemektedir. Zaten doğan çocuk toplumundur, baba çocuğunu tanımaz bile. Bouthoul şöyle diyor: "Eflatun, kanunun belirlediği yaş ve durumlar dışında, baba olmağa yeltenenleri küfürle suçlayacak kadar ileri gider".
Sayın Cemal Süreya "Eflatun-u ilâhi"ye niçin kıymış acaba? Neden o büyük ahlâkçıyı bir cinayet fetvacısı kılığına sokmuş? Bu akıl almaz bühtanın tek gerekçesi olabilir: Devlet yazarının şairleri sitesinden kovmuş olması. Sevimli şairin kinini başka nasıl izah edebiliriz?
Sayfa 13: "İnsan ruhunun bu dengesi, kendi görüntüsü olan toplumda şu üç kastla kurulmalıdır". Doğrusu: "İnsan ruhundaki bu denge topluma da yansımalı, o da, insan ruhu gibi, üç kasttan (yani üç kısımdan) kurulmalıdır..."
Sayfa 14: "Aristoteles'in düşüncesi Platon'unki kadar tutkulu değildir". Bouthoul, "audacieuse" diyor. Tutkulu değil, cesur.
Aynı sayfa: "Gerçeğin ve ampirizmin en büyük anlamı peşindedir o". Gerçeğin ve ampirizmin en büyük anlamı ne demek? Doğrusu: O'nda (Aristo) daha derin bir gerçek ve ampirizm duygusu (kavrayışı, anlayışı) görmekteyiz.
Sayfa 15: "İnsan bir başına bir şey anlatmaz, kendini belirleyemez, hiçbir şeye yetmez". Doğrusu: "İnsan bir başına düşünülemez, hiçbir bakımdan kendi kendine yetmez".
Sayfa 16: "Servet paylarını, diyor, sınırlamak mı istiyoruz, ona paralel olarak çocuk sayısını da sınırlamalıyız; yoksa eşitsizlik yeniden baş gösterir, bir yoksullar sınıfı ortaya çıkar: onların devrim yapmalarını önlemek için bu güçlüğe katlanmalıyız".
Hangi güçlüğe katlanacağız? Çocuk sayısını sınırlamak güçlüğüne mi? Hayır sayın şairim! Bouthoul öyle demiyor: "Servetin fazla paylara bölünmesini önlemek mi istiyoruz, o zaman çocuk sayısını da sınırlamalıyız, yoksa eşitsizlik yeniden doğar ve bir yoksullar sınıfı ortaya çıkar: bu yoksulların ihtilâl yapmasını önlemek çok güçleşir".
Sayfa 17: "çok karışık, ama klasik Helen dünyasının bir çeşit kendi kendini yok etme çabası olması nedeniyle bir bakıma haça germe anlamı da taşıyan bu anlaşmazlıklar dizisi içinde..". Değerli şair güçlü bir kanat darbesi ile hayalin sonsuzluklarına yükseliveriyor. Oysa Fransızca metinde ne haç var, ne haça germe. Bu cümle parçasının "düzyazıcası" şu: "çok karışık, bununla beraber son derece hayatî olan bu anlaşmazlık".
Sayfa 21: "Bu sistem bundan böyle sağlam bir ideolojik temelin yanlışı olarak kalacaktı". Doğrusu: "sağlam bir ideolojik temelden yoksun kalacaktır".
Sayfa 21: "Güç ve başarı 'kendinden' sonuçlanırdı artık." Doğrusu: "Güç ve başarı, artık kendi başlarına birer amaç değildir".
Sayfa 24; "Olgunun öyle özel bir değerini ele almaktadır ki hem antik uygarlığın, hem de Hıristiyan uygarlığının bireşimini yapabilmekte". Fransızcası: "Il prend une valeur particulière de fait que l'on y trouve..." Doğrusu: "(Saint Augustin'in eseri) şu bakımdan da özel bir değer arzeder: bu eserde antik medeniyetle hıristiyan medeniyetinin bir bileşimini buluruz".
Birden Baudelaire'i hatırladım. Şair, şair için ne demiş: "dev kanatları yürümesine engel oluyor". Fıkra malum: şairliğe heveslenen bir şemsiye imalatçısı yazdıklarını Molière'e yollamış. Üstadın cevabı şu: "Siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, yalnız şemsiye yapın". Biz de sayın şaire: Siz şiir yazın, hep şiir yazın, yalnız şiir yazın diyeceğiz.