Loading

24 Kasım 2011 Perşembe

Başına Buyruk Beyin



Aşağıdaki yazı şu kitaptan bir alıntıdır:
Başına Buyruk Beyin - Cordelia Fine


~

Son söz
Savunmasız Beyin

Peki bu durumda kendimizle ne yapacağız? Tüm kitap boyunca her zaman doğruyu yapacağına kesin olarak güvendiğimiz beynimizin, ne kadar başına buyruk olduğunu gördük. Bilginin bu android manipülatörü gerçekliğe saf bir cepheden bakarken bizi terk eder. Kibir bizi kendimizle ilgili nahoş gerçeklerden korur. Korkak ahlaki muhasebe yollarımız, başkasının pahasına da olsa, kendimizi övme esasına hizmet eder. Duygularımızın başlı başına yanıltıcı bir parlaklığı vardır. Düşüncelerimizi karmaşıklaştırıp yanıltırlarken davranışlarımızı ve varoluşumuzu da fark ettirmeden yönetirler. Yargılarımızı irrasyonellik bulutlan kaplar, bizleri hatalara ve hayallere karşı hassas bırakır. Bu durum inatçılığımızın devreye girmesiyle daha da kötüleşebilir. Gizemli bilinçdışımız düşüncelerimiz ve eylemlerimizi etkileyen birçok gerçeği bizden saklamaktadır. Değişken ve kaprisli irademiz istenmeyen etkilere ve dikkat dağılmalarına karşı zayıftır. Ve, iyi niyetimizden bağımsız olarak beynimiz kaçınılmaz bir bağnazlıkla, başkalarına karşı bakışımızda küçültücü stereotipleri kullanabilir.

Beynimizin bu yanıltıcı ve bozucu vitriniyle karşı karşıya olduğumuzu bilmek oldukça rahatsız edicidir. Başına buyruk bir beyin, dünyanın tam bize göründüğü gibi olduğuna dair güçlü hissimizle ve "orada" olana dair keskin ve gerçek inancımızla çelişir. Aslına bakılırsa tutumlarımız, mücadele eden birçok faktörün karışık sonucu gibi görünmektedir. Dünyayı tüm gerçekliğiyle bilme isteğimizle mücadele etmek, kendimize olan güvenimizi, güvenlik hissimizi ve önceden mevcut görüşlerimizi korumamız için güçlü bir güdüdür. Bilişimizin inkar edilemez etkileyicilikteki güçlerine karşı koymak, inancımızın doğruluğunu gizlice baltalamaya çalışan mantıksızlık, önyargı ve tuhaflıkların izdihamından başka bir şey değildir.

İşe giderken elinizdeki gazeteyi gözden geçirmekten başka bir şey yapmadığınızı düşünüyor olabilirsiniz ama bildiğiniz gibi zihniniz aslında tahmin ettiğinizden çok daha fazlasını yapmaktadır. Parmağındaki yeni nişan yüzüğü parlayan bir kadın büyük ihtimalle boşanma oranlarının gittikçe arttığına dair haberi okumayı gözden kaçırmaktadır (1). Kendini gizliden gizliye sosyete sayfalarında ateşi sönmeye yüz tutmuş bir şöhret skandalıyla tanıtan adamın en inanarak savunduğu fikir: "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz"dır (2). "Irak'ta Kitle İmha Silahı Bulunamadı" başlığını okuyan bazı Amerikalılar yine de Irak'ta kitle imha silahının bulunduğuna inanacaktır (3). İnançlarımızın psikolojik bağlamdaki hassasiyetine dair yapılan çarpıcı bir çalışmada Amerikalılardan ve Almanlardan Irak'la ilgili bazı haber başlıklarına daha yakından bakmaları istendi. Almanlar (savaşa karşı bir ülke olarak) koalisyonun savaş motivasyonları hakkında oldukça şüpheci yaklaştılar. ("Petrol" kelimesinin de üzerinde duruldu.) Zihnin bu kuşkulu çerçevesinden bakarken savaşla ilgili yanlış bilgileri önemsemiyorlardı: Tahmin ettiğiniz gibi daha sonra geri çekileceğini bildikleri haberlere prim vermiyorlardı. Şüpheci Almanlardan hiçbiri "Irak'ta Kitle İmha Silahı Bulunamadı" haberini yanlış hatırlamadılar.

Ancak Amerikalılarda tuhaf bir tezat söz konusuydu -savaşla ilgili söz konusu bilgilerin geri çekilmiş olduğunu bilmelerine rağmen- onlara inanmaya devam ettiler! Amerika'nın savaş başlatmasında öncelikli sebep olan kitle imha silahlarıyla ilgili haberiyse grubun üçte biri yanlış hatırladı. Savaşın gerekliliğine dair nedenler zihinlerinde doğrulanmıştı. Gerçeklik -savaşın bir felaket olması- ikinci ve güçlü bir darbe daha yemişti.

Aldatıcı aklımız sadece dünya görüşümüzü bozmakla kalmaz, başka insanlara dair izlenimlerimizi de çarpıtır. Pensilvanya'daki küçük bir kasabada yaşayan ve hâlâ ölen kedisinin yasını tutan bir hâkim, hayvanlara işkenceden yargılanan bir suçluya olması gerektiğinden daha sert davranabilir (4). Otistik çocukların tedavi edilemez ve üzücü belirtileriyle uğraşan bir psikiyatrist, kötü ve bozuk ebeveynlik tarzı olan annelerin suçlanması gerektiğini düşünebilir (5). Sokaktan geçen yaya bir dilenciyle karşılaştığında şartların, kötü şansın insanın içindeki iradeyi nasıl emip bitirdiğini ve en iyi niyetleri bile körelttiğim bilmeksizin onun neden kendini toparlayıp bir işe başvurmadığını düşünür (6). Bu esnada başkalarının davranışlarını yorumlarken kullandığımız stereotipler sürekli devrededir: basitleştirme, kıvırma, indirgeme, yaratma. Bir haksızlık karşısında öfkeden köpüren evli bir kadına neden bu kadar sinirli olduğu soruluyor (7). Bir bilim kadını meslektaşlarının ortalamasının altında bir değerlendirmeye tabi tutuluyor (8). Cüzdanını çıkarmaya çalışan bir siyah polisler tarafından vuruluyor (9).

Sadece başkalarını algılayışımız güvenilmez ve çarpık değildir, kendimizi tanımak da oldukça problemlidir. Kendilik algımızın da sürekli olarak değiştiğini, kendini belli algılara, ruh hallerine ve özgüvenin alıngan taleplerine göre istikrarsızca adapte ettiğim keşfettik. Aldatıcı beynimiz her zaman hislerimizin ve görüşlerimizin gerçek kaynakları hakkında da kibarca doğru bilgilendirme yapmaz. Nasıl da utanç verici keyfilikte etkiler bunlar! İşinizle ilgili bir moral bozukluğunuz açık havaya çıktığınızda azalacaktır. Sokakta bulduğunuz yirmi dolarla birlikte içinize Joie de vivre* depolanacaktır. Ofise sıkılan yeni oda parfümünün hoş kokusu sayesinde sevmediğiniz iş arkadaşınıza daha az itiraz edebildiniz (10). Markette rafındaki yerinden dolayı bir spagetti markasını değil diğerini alışveriş sepetinize atarsınız (11). Psikologlar son zamanlarda yaptıkları araştırmalarda, şimdiye dek yeterince utandırdıkları yetmiyormuş gibi, farkında bile değilken, bize diğerlerine oranla çok daha fazla sevdiğimiz bir kişiyi -yani kendimizi- hatırlatan her şeye, kendimizi çok daha yakın hissettiğimizi ortaya koymuştur. Biz kendimize olan aşkımızla körleşmişken beynimiz, belki de sırf ismimizdeki sevgili harfleri taşıdığı için hayatımıza girecek belli yerler, kariyerler ve hayat arkadaşları belirler (12). St Louis'te şans eseri diyemeyeceğimiz kadar fazla Louis isminde insan yaşamaktadır. Bir dişçiyi** Denis veya Denise diye çağırmak onunla aynı popülerlikteki isimler olan Jarrod veya Beverly'den daha kolay gelir. Joseph adını taşıyan bir erkeğin Charlotte'tansa Josephine isminde birinin önünde dizlerinin üzerine çökmesi çok daha olasıdır. (İsminin içinde kaç J harfi var, seni ona göre seveceğim!) İsmi Sean olduğu için Seattle'a taşındığım söyleyen birini duydunuz mu hiç? Hayatımızdaki en önemli kararları verirken bile beynimizin kaprisli kaygıları tarafından hiç farkında olmadan yönlendiriliyoruz.

Yaptıklarımızın gerçek nedenlerinin çoğu zaman belirsiz olması biraz şaşırtıcıdır. Kendi düşüncelerimizin olduğu kadar davranışlarımızın da iç yüzünü çok az kavrayabilmekteyiz. Kendimizin üzerinde bir zamanlar düşündüğümüzden çok daha az kontrolümüz vardır. Bu sadece bilinçli irademizin zayıf ve acımasız olmasından kaynaklanmaz (ve, belki de, mutluluk veren bir hayalden başka bir şey değildir). Davranışlarımızın biz farkında bile değilken, çevremizde olan bitene göre gizlice değiştiğine dair sayısız örnek gördük. Aslında, bir dereceye kadar, içimizde tetiklenen şemaların insafında olduğumuzu kabul etmemiz gerekir. Pis, köhne bir trene içindeki yolcular da daha dikkatsiz davranır (13). Çıplak kadın resimleriyle dolu bir erkek dergisinin okuyucuları kadın arkadaşlarına flört ve arzuyla dolu bakmaya daha eğilimlidir. Irkçı sözleri olan bir rap şarkısı radyoda çaldığında siyahlara karşı düşmanlığı uyandırır (14). Son zamanlarda yapılan araştırmalar başka insanların motivasyonlarının ne kadar bulaşıcı olduğunu ortaya koymuştur. Kendilerine bir kadını cinsel ilişki için baştan çıkarmaya çalışan bir adamdan bahsedilen erkeklerin bu amacı çok daha artan bir arzuyla benimsedikleri görülmüştür (15).

Tüm bu araştırmalarla ilgili en endişe verici durum bu tip algılayamadığımız değişikliklerin bilinçli iznimiz olmadan nasıl gerçekleşebildiğidir. Kadınları her fırsatta takdir eden bir erkek bile işine giderken ilan panolarındaki cinsiyetçi reklamların üstü örtülü etkisine maruz kalmaktadır. Cinsiyetlerle ilgili 'Mars'a karşı Venüs' karikatürlerine gülen ve John Gray'in yeni çıkacak kitaplarını dört gözle bekleyen kadınlar, "kadınların konumunu" savunmak için daha az çaba harcayanlardır. Irkçılığa karşı olan bir kişi bile yeni seyrettiği aksiyon filmindeki agresif ve kötü karakter bir siyahsa, sokakta yanına yanaşıp saati soran bir siyahla karşılaştığında onu ilk başta yanlış anlama eğiliminde olabilir. Değerlerimiz ve ilkelerimiz çevremizin sinsi etkilerine karşı yetersiz savunma yapmaktadır.

Bu kitapta anlatılan beynimizin çarpıcı gerçekleri, dünyayı, kendimizi ve diğer insanları anlamamızda deneysel psikolojinin öneminin altını çizmektedir. Parmağımızla tek bir kişiyi göstermek ve tüm önyargılı suçlarımızla ilgili onu sorumlu tutmak imkansız değilse de zordur. Gerçek yaşam koşulları "Bu sorunun ifade ediliş tarzından, çocuğun durumuyla ilgili ebeveynlerinin sorumlu olduğunu düşünüyorsunuz", veya "Ona sırf kadın olduğu için daha az prim verdiniz" veya "O arabayı seçtiniz çünkü satıcı size kahve ve kurabiye ikram etti" diyerek kestirip atamayacağımız kadar karmaşıktır. Aslında kendimize dair yanılsamalarımız nedeniyle bu tip iradeler bize gülünç bile gelir. Ancak gördüğümüz gibi iyi tasarlanmış bir psikoloji deneyi -ilgi faktörünü dikkatle manipüle ederek- bu garip ve sıklıkla istenmeyen etkilerin kaçınılmaz ve somut kanıtlarını ortaya çıkarmaktadır.

Beynimizin sürekli olarak kullandığı belli başlı hilelerine karşı zayıflığımızı fark etmek ve kabullenmek, onlara karşı kendimizi korumak için en iyi yöntemdir. Zihinsel kirliliğin bazı kaynaklarını basit kaçınmalarla uzakta tutabiliriz (16). Kadın dergilerinin değerlerini farkında olmadan içselleştirmek istemiyorsanız onları satın almayın. Siyah öğrencilerinizin sınavdan nasıl not alacağını içten içe ırkçı beklentilerle merak ettiğinizi fark ediyorsanız, kağıtları üzerinde yazan isimlere bakmadan okuyun. Reklamlarda pompalanan bilgilerle dikkatinizin dağılmasını istemiyorsanız onları izlemeyin (17). Çocuğunuzun da farkında olmadan şiddet, cinsiyetçilik, ırkçılık, gözü doymayan mesajlardan etkilenmesini istemiyorsanız onu mümkün olduğu kadar engelleyin ve nedenini onunla paylaşın.

Size sadece bu kitabı okuyarak bile kendinizi davranışlarınızın ve yargılarınızın birleşiminden oluşan saldırılara karşı koruyacak bir zırhla donatmaya başladığınızı müjdelemekten mutluluk duyuyorum. Beynimizi manipüle eden zihinsel olaylar -duygular, ruh halleri, şemalar, stereotipler ve benzerleri- üzerlerimizdeki potansiyel etkilerinin farkında olduğumuzda etkilerinin bir kısmını yitirirler. 2. Bölüm'de anlatılan deneyi hatırlayın. Deneklerden güneşli ve yağmurlu günlerde yaşamdan aldıkları tatmini değerlendirmeleri istenmişti. Öncesinde hava durumuyla ilgili soru sorulanlar, yaşam tatminleriyle ilgili değerlendirme yaparlarken -o günkü iklim durumuyla ilgili herhangi bir farkındalık yaratılmayanlara oranla- havaya bağlı anlık ruh hallerini göz ardı ederek cevap vermeye eğimlilerdi (18). Bizi kirleten etkilere karşı tam bir şüphecilikle yaklaşmak onları ancak telafi etmemize yardımcı olabilir. Ne yazık ki bunu her zaman tam anlamıyla doğru anlamayız; bazen olduğundan az ya da fazla telafi etmeye çabalarız. Ancak yine de bu hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir (19).

Beynimizde gerçekliği sarmalamaya yarayan örtüyü tam olarak kaldırılmamız mümkün değilse de, cesaretimizin bütünüyle kırılmaması için başka sebeplerimiz bulunmaktadır. Dünyayı doğru şekilde görmek için kararlı bir şekilde çabalamamız, beynimizin yarattığı çarpıtmaların önüne biraz olsun geçmemizi sağlayabilir. Duyarlı olmak sizin için yeteri kadar önemliyse, delilleri birleştirme ve düşünme aşamasında daha insaflı olma yeteneğine sahipsinizdir. Eğer belli bir grubu stereotiplerle betimlemiyor olmak sizin için önemliyse, 8. Bölüm'de gördüğünüz gibi oldukça fazla efor sarf etmeniz gerekecektir. Kendilerini etrafındaki şeyleri olduğu gibi görebileceklerine dair motive eden kişilere de tamamen inanmamalıyız. İnsanları başkalarıyla ilgili yargılarından sorumlu tutmak için, onların başka insanlara dair vizyonlarına çok daha şeffaf bir şekilde odaklanmalarını sağlamak ve bu konuda oldukça mesafe kat etmek gerekmektedir (20).

En iyisi beynin serbest çalışan kısmı olan aklı alalım ve kendi çıkarımıza kullanalım. Bilinçdışımızın ruhsal kâhyasını verimli bir şekilde ve çaba harcamadan isteklerimizi tatmin etmek için, bilinçli bir şekilde eğitelim. Üstlendiğimiz biraz çaba ile bilinçdışımız, belli durumlarda otomatik olarak bilincimizin istekleriyle benzer çizgide hareket etmeye başlayacaktır. Bölüm 7'de bahsedilen kilo konusunda hassas kişileri hatırlayın: Ruhsal kâhyalarım iyi eğittiklerinden onlara kalorili ve cazip bir yiyecek teklif edildiğinde kafaları otomatik olarak hayır anlamında sağa sola sallanıyordu. Benzer şekilde 8. Bölüm'de bahsedildiği gibi, beynimizdeki stereotip gruplarının hoşlanmadığımız tepkilerinin yerini, daha aydınlık tutumlarla doldurmamız mümkün görünmektedir.

Beynimizin ürettiği hayallerin kurbanı olmadığımızı kabullenmek sorumluluk üstlenmek anlamına gelmektedir. "Bilgelik en önemli şeydir. O halde onu ele geçirin ve anlamaya çalışın." Bunu başarmak elbette kolay değildir. Burada bahsedilen araştırmalardan çıkan dersleri kendimizdense başkalarına uygulamak çok daha kolaydır (21). İronik bir şekilde insan, kendi beyninin zayıflığı ve kibirliliğine karşı da hassas olduğundan şüphe eden bir varlıktır. (Bu kitabı yazarken kocama daha toleranslı ve anlayışlı bir insan olduğumu hissedip hissetmediğimi sordum. Bana boş gözlerle baktı.)

Şimdi biraz yükselip kendimize yukarıdan bakmaya çalışalım. Beynimizin çeşitli hilelerinin başkalarına ve kendimize zararlı etkilerini -her ne zaman yapabiliyorsak- engelleme sorumluluğumuz bulunmaktadır. Önemli kararlar alırken bizi yoldan çıkarmak üzere yönlendiren etkilere karşı gözlerimizi dört açmalıyız. Karşı fikirlere daha toleranslı olmalıyız ancak dozu da iyi ayarlamalıyız, fazlası bizi "melek" gibi gösterebilir. Arzularımıza, etkilendiklerimize, dikkatimizi dağıtanlara karşı zayıf irademizi desteklemeliyiz. Başkalarını yargılarken stereotiplerin suç ortaklığının basit cazibesine kapılmamalıyız. Asi bilinçdışımızın hareketlerini bilincimizin değerleri ve ilkeleriyle aynı çizgiye getirebilmek için gayret etmeliyiz.

Her şeyden önce, başına buyruk beynimizin çarpıtmalarına ve aldatmalarına karşı sürekli tetikte olmaya çalışmalıyız. Çünkü onlar her zaman bizimle birlikte olacaklardır.

~


* Joie de vivre: Yaşam sevinci. (Fr.) (ç.n.)
** Yazar burada dişçi kelimesinin ingilizce karşılığı olan Dentist kelimesiyle Denis, Denise isimlerinin fonetik benzerlikleri nedeniyle beynimizce daha kolay hatırlanabildiğini vurgulamaktadır, (ç.n.)

7 Kasım 2011 Pazartesi

Yetersiz

Yetersiz olma durumu...
  
Yetersiz olma durumu bir şeyi başarmak için gerekli olan şeylere (güç, yetenek, azim, inanç gibi) sahip olamama durumunu anlatır. Çok çok istemek ama kifayetsiz kalmaktır. Bu bazen hep vardır, bazen belli durumlar karşısında oluşur, bazen de aslında hep var olanı yeni meydana çıkmış sanar şaşırırız. Hep var olan yetersiz olma durumunu fark etmeyebiliriz, ta ki bir işimizi engelleyene kadar. Belki belli belirsiz hissederiz ama baş edilmesi gereken gerçek bir durumla karşılaşana kadar önemsemeyiz bu geçmişten gelen, bizi her yerde takip eden yetersiz olma durumunu. Az çok idare edilebilecek gibidir çünkü. Engellenen iş henüz hayatî değildir. Üstü kapatılır. Başka konularla ilgilenilir, zaten sürekli olarak ilgilenilmesi gereken bir konu bulunur. Ve bütün bunlar fark edilmeden/bilinçsizce yapılır. Zaman içinde bunlar birikir, başka konularla ilgilenme savunmaları bir işe yaramamaya başlar, durumdan kaçılamamaya başlar ya da karşımıza baş edilmesi son derece zor olan ağır bir yas çıkabilir. O zaman bu geçmişten gelen, bizi takip eden yetersiz olma durumu işimizi daha da zorlaştırır. Istırabımızı daha da artırır. Çünkü şimdi geldiğimiz yetişkinlik noktasında o acı ile karşılaşacak ve mücadele edecek donanımda değilizdir. Çünkü bu yetersiz olma durumunun üstünde daha önce durmamışızdır. Bunun nereden kaynaklandığına ve nelerin, hangi çatışmaların, hangi korkuların, hangi terör ve hangi "içselleştirilmiş kötü nesnelerin" bizi arzularımızı sahiplenen ve isteklerimizin arkasında durabilen "yeterli ve kifayetli" bir yetişkin olmaktan alıkoyduğuna bakmamışızdır. Ve aynı zamanda kayıpla mücadele edebilmekten de...

  


Psikanalizin amacı dayanılmaz hale gelmiş bütün acıları azaltmaktır. Bu dayanılmaz acıları azaltmanın yolu geçmişe, mümkün olan en erkene bakmaktan geçer. Bu yetersizlikleri fark ettiğimizde geçmişe bakmayı ne kadar erken ve ne kadar derin yaparsak yeni acılarla baş etmede işimiz o kadar kolaylaşır.

Psikanaliz diğer yandan "unutmama"yı sağlar. Bizim için önemli olan her anının, her arzunun ve her korkunun izini sürmeyi ve bırakmamayı beraberinde getirir. Bunların psişe içine belli bir bütünlük ve anlam içinde yerleşmesine ve sağlamlaşmasına olanak tanır. Yetişkince sahiplenildikten sonra gerçekleşmese bile bütün arzularımıza ne engel olursa olsun sahip çıkmamızı sağlar. Ve gerçek bir kayıp bile olsa o kaybedilenin değerinin sonsuza kadar sürmesine izin verir...


İrem Anlı
'Psikanalize Girişkitabının önsözü..

3 Kasım 2011 Perşembe

Halkın Dilinden Kurtulabilene

Nasrettin Hoca bir gün oğlunu da yanına alarak köye gitmeye karar vermiş. Eşeğine semerini vurmuş, yola çıkmaya hazırlanmış. Oğlu yorulmasın diye onu eşeğe bindirmiş, kendi de yayan olarak eşeğin başını çekip konuşa konuşa gidiyorlarmış. Yolda Hoca'yı yaya, oğlunu eşekte gören bir yolcu:
- Hey gidi zamane gençleri! Ağzının ilmiyle şu ihtiyar babasını yayan yürütüyor da kendisi rahat rahat eşeğe binip gidiyor!
diye söylenmeye başlamış. Bunun üzerine eşeğe binmiş olan oğlu çok üzülmüş:
- Bak baba! Ben sana ısrar etmedim mi, haydi artık, daha ziyade inat etme. İşte eşekte indim, bir daha da binmem. Haydi şu eşeğe bin!
demiş. Bu sefer Hoca eşeğe binmiş, oğlu eşeğin yularından çekerek yola devam ediyorlarmış. Bir hayli yol aldıktan sonra karşılarına birkaç yolcu çıkmış. İçlerinden biri eşeğin sırtında giden Hoca'ya seslenmiş:
- Ayol Hocafendi! Artık senin kemiğin kartlaşmış. Hem işte geldin, gidiyorsun. Bu taze fidanı bu kadar zahmete koşup da bu sıcağın altında yaya yürütmek, onu güneşin sıcağında kavurmak sana yakışır mı?
demiş. Hoca bu sefer oğlunu da eşeğin arkasına bindirmiş. İkisi de ayakları yerden kesilmiş, eşeğin sırtında yollarına devam ederlerken yine yoldan geçen birkaç kişiye rastlamışlar. Bunların içinden birisi:
- Amma insafsızlık ha! Bir eşeğe iki kişi birden biner de uzun yola, sefere çıkar mı? Bakın şu herife; başında sarık var. Bir de hoca olacak!
der. Hoca bu laftan alınır, kızar. Kendi eşekten yere atladığı gibi oğlunu da eşekten indirir. Eşeği önlerine katarak baba-oğul yayan yürümeye başlarlar. Bir hayli daha yol alırlar. Bu sefer yine önlerine birkaç yolcu çıkar. Bunların içinden bir tanesi yayan yürüyen baba-oğula bakarak:
- Allah Allah! Bu ne budalalık. Eşek önlerinde hoplaya zıplaya koşsun da baba-oğul bu sıcakta toza toprağa bulanarak kan ter içinde yayan yürüsünler.. Akıl alacak şey değil. Meğer dünyada ne şaşkın insanlar varmış..
der. Hoca yol boyu bu işittiklerine çok içerlemiş ve kendi kendine:
- Lâkin yahu! Bu halkın dilinden kurtulabilen varsa ona aşkolsun!